►ŞEHİD
SELAHADDİN ÜRÜK ANISINA / ABDULLAH HOCAOĞLU◄
Rahman ve Rahim olan
Allah’ın Adıyla
İslami
mücadelede öncü kadroların varlığı davanın ilerlemesi ve hizmetin
gelişmesi için olmazsa olmazlardandır. Özellikle toplumun İslami
değerlerden koparıldığı, Müslümanlara her türlü baskının yapıldığı
ve mücadeleden bahsetmenin dahi korku olduğu bir coğrafyada hizmet
daha zor ve öncü kadrolara daha çok ihtiyaç vardır. Kemalist rejimin
tüm baskı ve uygulamalarına rağmen bilinçli Müslümanlar bu
zorluklara göğüs germiş, sürekli olarak küfrü rahatsız eden İslami
çalışmalar vücud bulmuş ve Allah’ın yardımıyla her dönemde
mücadeleyi omuzlayacak öncü kadrolar yetişmiştir.
Bünyesinde mümtaz
şahsiyetler barındıran ve seçkin kadrolar yetiştiren Hizbullahi
hareketin öncülüğünde İslami çalışmalar hız kazanmış ve Müslüman
halk bilinçlenmeye başlamıştır.
Hizbullahi hareket
mensupları dava hizmeti için birçok eziyet ve sıkıntıya maruz kalmış,
bu dava, başta Rehberi olmak üzere birçok seçkin mensubunu şehid
vermiştir. Şehid Selahaddin ağabey de bu davanın öncü ve
seçkinlerindendir. Hizbullahi hareketin bölgede hizmete başlamasıyla
birlikte davadaki yerini almış ve son nefesine kadar hizmetten bir
an geri kalmamıştır. Öyle ki daha verimli hizmet edebilmek için
memuriyetinden ayrılmış ve tüm vaktini dava için vakfetmiştir.
5 Eylül 2001 de laik
Kemalist rejim güçleri tarafından Adana Tekir yaylasında Şehid
edilen Selahaddin ağabey Rehberden sonra sık sık dile getirdiği
arzusuna kavuşmuş ve ilahi dergaha şehit olarak kabul yol almıştır.
Davanın en sıkıntılı döneminde Selahaddin ağabeyin şahedeti büyük
acı ve hüzün yaşatmıştır tüm Hizbullah erlerine. Ama aynı zamanda
herkesin davaya daha sıkı sarılması için bir vesile de olmuştur
şehidin kanı.
Onu tanıyan herkes
bilir ki şehidin kendisini emniyete alma imkanı olmasına rağmen,
davanın içinde bulunduğu hassas şartlardan dolayı hizmetin
aksamaması için bunu yapmamış, tüm riskleri göze alarak hizmet
alanında kalmayı tercih etmiştir. Aslında onun bu tercihinin aynı
zamanda Şahadeti seçmek olduğu da biliniyordu. Çünkü her gün yeni
bir operasyonun yapıldığı, yoğun takip ve göz altıların olduğu bir
dönemde yapı ile diyalogda olmak, onun için riskin en büyüğüydü. O
da, onu tanıyan tüm kardeşler de bunu bilmelerine ve hatta bazı
kardeşlerin kendisine, bir süreliğine çekilip tedbir alması
tekliflerine; “ben belki kendimi emniyete alabilirim, ama böylesi
hassas bir dönemde hizmet içinde olmamak olmaz” diyerek teklifleri
kabul etmemiş, cemaatsel yapının operasyonlardan dolayı süregelen
sıkıntılarını bertaraf edebilmek ve çalışmaların devam edebilmesi
için elinden gelen gayreti göstererek canı pahasına büyük
fedakarlıkta bulunmuştur.
Şehid ağabeyimizin en
belirgin özelliği; disiplinli, düzenli, planlı ve programlı oluşuydu.
Her işine büyük hassasiyet gösterir ve programlarını muntazaman
uygulamaya çalışırdı. Bölgede birçok alanda İslami çalışmaların
gelişmesi ve halkımızın bilinçlenmesi, Allah’ın yardımı ve onun gibi
değerli şahsiyetlerin gayretleriyle olmuştur. Şehid aynı zamanda
büyük bir İslami birikime sahip, kültürlü ve oldukça da çalışkan bir
şahsiyetti. Bulunduğu tüm alanlarda kendisiyle beraber çalışan
kardeşleri için yol gösterici olmuş ve birçok kadronun yetişmesine
de vesile olmuştur. Cesaret ve fedakarlığıyla her zaman örnek olan
Şehid Selahaddin, daha önce tağuti rejim tarafından göz altına
alınıp yoğun işkenceye maruz kalmış ve bir süre zindanda kalarak
cemaatin zindandaki ilk kadrolarından olmuş ve orada da verimli
çalışmalar yapmıştır. Zindandan tahliye olduktan sonra da
çalışmalarına aralıksız devam eden Şehid, davanın en mahzun olduğu
bir dönemde Kemalist rejim güçleri tarafından yapılan bir
operasyonda Şahedete kavuşmuştur.
Şüphesiz ki davalara
öncü olan kadroların ve hizmeti yönlendiren böylesi azizlerin
yerleri doldurulamaz. Ama onların, uğruna mücadele ettikleri
davaları, bu yoldaki tecrübeleri ve öğretileri esas alınarak yolları
sürdürülebilir. Onların yollarını sürdürmek demek, bıraktıkları
mirasa sahip çıkmak, öğretilerine riayet etmek ve takipçileri olmak
demektir.
Ne mutlu ona ki
mücadele hayatı boyunca bir çok güzelliğe vesile olmuş ve Allah
Resulü (sav)’nün “Allah yolunda öldürülmem, bana bütün
evlerde ve çadırlarda yaşayanların benim olmasından daha
sevgilidir.” (Nesâî, Cihâd 30) sözleriyle dünyadaki her
değerden üstün tuttuğu şahadete kavuşmuştur. Elbette böylesi
bereketli bir ömrün şahadetle noktalanması, şehid açısından ilahi
bir lütuftur. Bu aynı zamanda İslam uğruna mücadele veren tüm
müminlerin gayesi ve hedefidir.
Şüphesiz ki o ve
tüm İslam şehidleri: “Allah'ın kendi fazlından onlara
verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz
ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki onlara hiç bir korku yoktur,
mahzun da olacak değillerdir.”( -Al-i imran S. 170)
ayetinin müjdesiyle istediklerine kavuşmuş, sevinç içersindedirler
ve geride kalan kardeşlerinin mahzun olmayacaklarını müjdelemekte,
dava hizmeti için tüm müminlere teşvik ve örnek olmaktadırlar.
Rabbimiz İslam
davasını ve çalışmaları böylesi mümtaz şehidlerin kanlarıyla
bereketlendirir, inşallah.
Kıymetli ağabeyimiz
sizleri çok özlüyoruz. Rabbimiz şahadetinizi kabul etsin, makamınızı
yüceltsin ve sizinki gibi bir hüsn-ü akibet bizlere de nasip etsin.
Allah’a emanet olunuz.
ABDULLAH
HOCAOĞLU
Webmaster
05. Eylül 2008
►Mustazaf-Der Adana Şube Başkanına Yine Tahliye Çıkmadı◄
Adana’da bir yıldan fazla süredir tutuklu
olarak yargılanması devam eden ve aralarında Mustazaf-Der Adana Şube
başkanının da bulunduğu davada tahliye çıkmadı.
ADANA-Hizbullah üyesi olmaktan yargılanan ve
aralarında Mustazaf-Der Adana Şube Başkanı Abdulkadir Turgay’ın da
bulunduğu 4 sanıklı davanın 12. celsesi bugün 15.30 itibariyle
görüldü. Tutuklu sanıklar Abdulkadir Turgay, İzettin Ortaç, Agit
Aslan ve Muhsin Tuğa’nın hazır bulunduğu celseden yine tahliye
çıkmadı.
Mahkeme başkanı ve heyetinin tatilde olduğu
duruşmada söz alan Abdulkadir Turgay’ın Avukatı M. Hüseyin Yılmaz:
“Sanık Abdulkadir Turgay yönünden atılı suçu işlediğine dair
herhangi bir delil yoktur. Müvekkilim Abdulkadir Turgay dernek
başkanıdır. Kendisine polis veya bazı kişilerce komplo kurulmuştur.
Tutuklu olarak yargılanmasına sebep olan söz konusu iddiaya göre
dernek başkanı olan Turgay'ın Adana'dan Mersine gittiği, aranan bir
şahsın evinin eşyasını alarak Adana'da yoksul halka dağıttığı
yönündedir. Ayrıca bu suçlamanın ve Turgay'ın yakalanmasının ev
taşıma işinden 9 ay sonra meraklı bir vatandaşın ihbarı ile olması
ayrı bir vakadır. Bu suçlamalar ile ilgili hiçbir delil yoktur ve
tamamı ile asılsızdır.” dedi.
Av. M. Hüseyin Yılmaz savunmasının devamında:
“Daha önce iddianamede yer alan söz konusu evin sahibesi bayanın,
Turgay’ı resminden teşhis ettiği yer alırken geçen mahkemeye
getirilen ev sahibesinin “Bu kişi (Turgay) değildi” demesi ise bu
işin tamamı ile bir komplo olduğunu göstermektedir. “ diyerek
müvekkilinin yargılanmasının tamamen bir komplo sonucu olduğunu öne
sürdü.
Av. M. Hüseyin Yılmaz’ın bir yıldan fazla
yargılanmakta olan müvekkilinin mağduriyetini dile getirdiği ve
tahliye talebinde bulunduğu duruşma yarım saat içinde son bulurken
duruşmadan tahliye çıkmadı. Mahkeme duruşmayı 15. 10. 2008 tarihine
erteleyerek duruşmaya son verdi.
(
İLKHA)
Webmaster
13. Ağustos 2008
Mustazaf-Der ve Şura-Der’e
Saldırı Düzenleyen Zanlılar Adliyede (Yorumsuz )
Şura-Der ve Mustazaf-Der binalarına molotof ve ses bombası atılmasından sonra yapılan çalışmalarda yakalanan 11 zanlı bugün adliyeye sevk edildi.
ADANA- Edinilen bilgiye göre 31.07.2008 tarihinde Seyhan İlçesi Yenibey Mahallesinde bulunan Şura-Der'e düzenlenen molotof kokteyl ve 02.08.2008 tarihinde de Gülbahçe Mahallesi 120. Sokakta bulunan Mustazaf-Der binasına atılan ses bombası olayı ile ilişkisi olduğunu sanılan 1'i kadın 11 zanlı dün sabah saatlerinde emniyetin düzenlediği baskınlarda yakalandı.
Yakalanan 11 kişi bir günlük emniyet sorgularının ardından bu gün adliyeye sevk edildi.
İlkha
Webmaster 06. Agustos 2008
ADANA MUSTAZAF-DER'E
BOMBALI SALDIRI ( YORUMSUZ )
Adana’nın Gül bahçesi Mahalle'sinde bulunan Mustazaf-Der’e bomba atıldı. Derneğin Mustazaf'lara yaptığı yardımların önünü almak olarak değerlendirildiği ve uzun zamandır yakalanan barış ortamının yerine kaos getirmek isteyen taşaron gruplar tarafından yapıldığı da ihtimaller dahilinde olduğu kaydediliyor.
Olay, dün saat 23.40 sıralarında Gülbahçe Mahallesi 13286 Sokak'ta meydana geldi. Plakası belirlenemeyen bir otomobilden inen kimliği belirsiz 3 kişi, Mustazaf- Der Gülbahçe bayan Okuma Salonu'na bomba attığı, merdiven boşluğundan atılan bomba büyük bir gürültüyle patlarken, içerde Kur-an okuyan yaklaşık 15 kişi panik halinde sokağa kaçıştığı bildirildi.
ANF haber ajansının haberine göre, ‘Öz Savunma Birlikler’ adlı taşaron grubun saldırıyı üstlendiği iddia edildi. Ayrıca Mustazaf-Der'e (Mustazaflar ile Dayanışma Derneği) atılan bombayı Sarı İbrahim anısına söz konusu grubun düzenlediği de ileri sürüldü. Olayda okuma salonu olarak kullanılan bina kullanılamaz hale geldiği bildiriliyor.
Gülbahçe Mahallesi 13286 Sokak'ta bulunan okuma salonuna, mahallede dini esasları önemsediği, halka doğru bilgiler yaydığı, gençlerin okullarda başarılı olması ve mahallede huzur getirmeye neden olduğu için saldırı yapıldığı kaydedildi
KAYNAK HABER5
Webmaster 04. Agustos 2008
GÜLEN CIA'DAN MI
BESLENİYOR ? (YORUMSUZ)
ABD İçişleri Bakanlığı adına savunma
yaparak Fethullah Gülen'in oturma izni başvurusunun reddedilmesini
sağlayan savcıların gerekçeleri arasında, 'Gülen hareketinin
finansmanına CIA'in katıldığı kuşkusu' da yer aldı.
Fethullah
Gülen'in ABD İçişleri Bakanlığı'na başvurusunu yaptığı I-140 vizesinin
reddedilme nedenleri ortaya çıktı. Amerikan yasaları gereği her sene
kısıtlı sayıda verilen ve "iş, bilim, sanat, eğitim ve spor alanında
olağanüstü yetenekli" kişilere oturma ve çalışma imkânı sunan vize
talebinin reddedilme nedenleri arasında Gülen'in eğitim alanında başvuru
yapmasına rağmen bu alanda direkt faaliyette bulunmaması ve bu konudaki
"olağanüstü yeteneğini" belgeleyememesi gösterildi.
21 Kasım 2006 tarihinde Gülen'in I-140 vizesi için yaptığı
başvuru İçişleri Bakanlığı tarafından bir yıl sonra reddedildi. 18
Aralık 2007'de bir kez daha aynı vize ve oturma izni için başvuran Gülen
bu kez toplam 26 akademisyen, din adamı ve aralarında Morton Abramovitz
ve Graham Fuller, Mehmet Sağlam gibi isimler tarafından kendisi hakkında
yazılmış referans mektuplarını da mahkemeye sundu. Mart 2008'de Gülen'in
temyiz isteği reddedildi. Mahkeme davacı Gülen ve davalı İçişleri
Bakanlığı'ndan son bilgi ve belgelerini önceki gün tekrar istedi.
'Para karşılığı yazdırıyor' İçişleri Bakanlığı adına savunma yapan Savcı Patrick Meehan
ve Mary Catherine Frye imzasıyla sunulan 4 Haziran 2008 tarihli
belgelerde "Davalı, kendisinin din adamı olduğunu ve eğitim alanında
çalışmalar yaptığını belirtiyor. Oysa, eğitimci olduğunu gösteren hiçbir
belge sunmadığı gibi kendisini akademisyenlerle çevreleyip para
karşılığı kendi görüşlerinin tartışıldığı konferanslarda konuşturuyor ya
da görüşlerini yazdırıyor" saptaması yapıldı. "Davacı'nın (Gülen) sunduğu deliller göstermektedir ki,
kendisi siyaset ve din konularında çok etkili bir hareketi
yönetmektedir. Ama bu çok özel yetenekte insanlara verilen vizeyi
almasına hak veren bir alan değildir" diyen savcılık makamının kararı
kabul gördü. Gülen'in avukatları bu kararı da bozmak için "ara karar
çıkartma" isteminde bulundu. Buna yanıt olarak 18 Haziran'da Savcılık
makamınca Pennsylvania Doğu Bölgesi Mahkemesi'ne sunulan belgelerde
şöyle denildi:
'Din ve siyasetle ilgili' "Davacı eğitim konusunda uluslararası alanda takdir
kazandığını iddia etmektedir. Oysa kendisi, 'olağanüstü yetenekli'
eğitimciler arasında olmadığı gibi eğitimci bile değildir. Kendisi
delillerde de sunulduğu gibi büyük ticari kaynakları bulunan etkili dini
ve politik bir hareketin lideridir. Dinlerarası diyalog ve tolerans da
bu statüde vize verilen alanlar değildir." Gülen'in "dini hoşgörüyü eğitim kurumlarına içine sokan
metotlar geliştirdiği iddiasına" da yer veren savcılık makamı "Ancak
davacı, bu metotların ne olduğunu gösteren bir delil sunmamıştır.
Yazıları bir müfredat modeli ya da metodoloji içermemektedir. Kendisinin
eğitmenlik yaptığını belgeleyen bir delil dahi bulunmamaktadır" dedi. Savcılık makamı ayrıca Londra'da Lordlar Kamarası'nda Gülen
için düzenlenen toplantının da sadece o mekânda yapıldığını, Gülen'in
Konferansı "İngiliz hükümetinin desteklediği" iddialarının yanıltıcı
olduğunu belirtti. Londra'daki Gülen Konferansı'ndaki sunumlardan faydalanan
savcılık makamı "deliller de göstermektedir ki, davacı kendi hareketinin
organize ettiği ve masraflarını karşıladığı toplantılarda bulduğu
desteği kendisini 'âlim' olarak göstermekte kullanmaktadır" dedi.
'CIA şüphesi bile var' "Gülen hareketinin, yürüttüğü projelerin finansmanında
kullanılan paraların büyüklüğü nedeniyle Suudi Arabistan, İran ve Türk
hükümetleriyle gizli anlaşma içinde olduğu iddiaları dile
getirilmektedir. CIA'in de bu projelere finansal ortaklık ettiği
şüpheleri bulunmaktadır" diyen savcılık, Gülen'in sunduğu onlarca destek
mektubundan hiçbirinin bir eğitimciden gelmediğini" ileri sürdü.
İkinci buluşma yalan Gülen'in aldığı ödüllerin gerçek ödül bile sayılmasının
şüpheli olduğuna yer veren Savcılık makamı, "Davacı'nın UNESCO ödülünü
aldığı törende Papa 2. Jean Paul'le bir kez daha görüştüğü iddiası doğru
değildir. Papa, ödül tarihinden altı ay önce ölmüştü" dedi.
Konuşma kasetleri yok Gülen'in bütün kitaplarını Işık Matbaası'na bastırdığını
belirten savcılık makamı, bunların bilimsel çalışma olduğunun
söylenemeyeceğini, eğitimle alakası olmadığını, hepsinin dini yayınlar
olduğunu belirtirken, Gülen'in eğitim ve sanatsal değer taşıdığı iddia
edilen ve Türkiye'de çok tartışma yaratan konuşmalarının video
kayıtlarının mahkemeye sunulmadığının altını çizdi.
Gelecek planları belirsiz Savcılık, iddianamesinin son bölümünde Gülen'in "gelecek
planlarını" açıklamadığını, eğitim alanında çalışmaya devam edeceğine
dair hiçbir işaret vermediğini yazdı. İddianamede "Kendisi hakkında
konferanslar düzenleyip yazılar yazdırması eğitim alanında olağanüstü
bir faaliyet sayılmaz" denildi.
25 milyar dolarlık güç Savcılığın önceki gün teslim ettiği yeni belgeler arasında
da Gülen cemaatinin mali yapısına dair iddialar yer aldı ve cemaatin 25
milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaştığına vurgu yaptı. "Okullar, gazete,
üniversite, sendikalar, televizyonlar. Bunların birbiriyle ne kadar
bağlantılı olduğu tartışılıyor. İş yapma şeklinde hiçbir şeffaflık yok"
iddiasını dile getiren Savcılık, "Gülen'in kendi açıklamaları da
gösteriyor ki, kendisi felsefesini eğitim yoluyla yayan bir din adamıdır
ama eğitimci değildir" dedi.
Naylon üniversite şüphesi Savcılık, Gülen'in ABD'de kurdurduğu Virginia International
University'ye de değindi. Belgede, "Okulun hareketle ilişkisinin hiçbir
yerde yer almadığı vurgulanarak, "Bu okulun ne kadar prestijli bir kurum
olduğu tartışmalıdır" ifadesi yer aldı.
Faşizmin çirkin
yüzünü gösterdiği bir köy: Başbağlar… Madımak olayı sürekli gündeme
getirilerek Sivaslı Müslümanlar linç edilirken; Sivas olaylarıyla hiçbir
ilgileri olmadığı halde Başbağlar halkına yaşatılan hunharca katliam
görmezden gelinmeye devam ediyor.
Oy Başbağlar oy
Başbağlar
Garip anam başın
bağlar
Bağladı diye
besbelli
Yağdı üstüne
kurşunlar…
Önce akşam ezanını
okumakta olan İmam Adil'i susturdular; köy meydanına getirerek önce
bıçakladılar, ardından kafasına sıktılar genç imamın. Evleri, camiyi,
okulu ateşe verdiler. 33 köylüyü diri diri yaktılar, kurşunladılar…
2 Temmuz'da Sivas
Madımak'ta 33 kişinin dumandan boğularak ölmesine misilleme olarak hemen
üç gün sonra gerçekleştirilen Başbağlar katliamının üzerinden tam 15 yıl
geçmesine rağmen yaralar hala sarılamadı. 5 Temmuz 1993 tarihinde
Erzincan'ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyüne bir katil sürüsü,
akşam namazı sırasında baskın yaparak, 33 kişiyi hunharca katletti.
Üzerinden 15 yıl geçen katliamdan geriye yetim çocuklar, dul kadınlar,
gözyaşı ve ağıtlar kaldı. Suçsuz günahsız 33 insanını kaybeden Başbağlar,
bugün dahi yitirdiklerini anarak kan ağlamaya devam ediyor.
Kartel medyası,
Madımak olayını adeta bir kampanya gibi 'anma ve suçlama' havası içinde
ısıtıp ısıtıp gündeme getirirken, Erzincan'ın Kemaliye İlçesi Başbağlar
köyünde 33 masum insanın katledilmesine sessizliğini sürdürüyor.
Sivas
olaylarından sonra şahin olan devlet güçleri, sıra Başbağlar katillerine
gelince kör sağır ve dilsizleri oynuyorlar. Sivas'ta Aydınlık dergisinin
ihbarlarıyla tutuklanan suçsuz Müslümanlara idam cezası veren sistem,
Başbağlar katillerini yakaladıktan sonra "bazı siyasilerin araya
girmesiyle" serbest bırakıyor. Ardından yakalama emrini yeniden
çıkarıyor ama bir daha da yakalayamıyor!!!
"Devlet baba",
Sivas'a sahip çıkmış; Başbağlar'ın çığlığını duymamıştı! Başbağlar'daki
mazlumların yanına jandarma bile saatler sonra gidiyor, üç saat
ortalarda dolanan ve geri dönen vali dışında hiçbir resmi görevli köye
uğramıyor, insanlar aç açıkta, battaniye ve çadır bile olmaksızın sefil
bir halde terk ediliyorlardı.
Başbağlar
katliamının 15. yıldönümünde katillerin hâlâ yakalanmadığını söyleyen
Başbağlar Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Mehmet Aydın,
katillerin yakalanmamasının acılarını daha da artırdığını söyledi.
Başbağlar'ın yok edilmek istendiğini belirten Aydın, katiller
yakalanmadığı sürece acılarının dinmeyeceğini kaydetti. Başbağlar
katliamının geride bıraktığı 300'e yakın yetim ve dul insana da dikkat
çeken Aydın, Başbağlar katliamının geride bıraktığı çocukların yetim ve
boynu bükük büyüdüğünü söyledi. Yetim kalan çocukların bugün birer
delikanlı olduğunu hatırlatan Aydın, "Bu çocukları babasız bırakanlardan,
kadınları dul bırakanlardan hesap sorulmaması, yüreğimizi yakıyor" dedi.
Sözde aydın,
yazar ve kartel medyasının Sivas olaylarında ölenler için her yıl
ortalığı ayağa kaldırdığını ve Başbağlar'da katledilen masum insanları
görmeyerek ikiyüzlü davrandığını vurgulayan Aydın, "Sivas'ı her yıl
abartarak gündeme getiren bazı basın kuruluşları, niçin Başbağlar
katliamını görmezden geliyorlar? Yoksa onlara göre; Başbağlar,
Türkiye'nin bir parçası değil mi? Orada şehit edilenler bu ülkenin
vatandaşları değiller mi? Bir köy haritadan silinmek istendi, 33 masum
hunharca şehit edildi ve bu olay aydınlanmadı" dedi.
HAKSÖZ-HABER
İşte sosyal faşizmin utanç kareleri:
5
Temmuz 1993 te tarihe geçmiş bu elem verici hadiseyi nefretle kınıyoruz.
Rabbim mutlak Zuntikamdır. Başbağlar da hayatını kaybetmiş bu Şehid
kardeşlerimize rahmet ve yakınlarına sabrı cemil diliyoruz.
Hizbullah ana davasında Sanıklar Ramazan ayı için özel talepte bulundu
(Yorumsuz )
Aralarında
Hizbullah'ın Üst Düzey Sorumlularının da Bulunduğu 31 Sanıklı Hizbullah
Ana Davasına Devam Edildi. Bugünkü Duruşmada Sanıklar, Bir Sonraki
Duruşmanın Orucun Tutulacağı Ramazan Ayına Denk Gelmemesi Talebinde
Bulundu.
Hizbullah'ın üst düzey sorumlularının da aralarında bulunduğu 31 sanıklı
Hizbullah ana davasına devam edildi. Bugünkü duruşmada sanıklar, bir
sonraki duruşmanın orucun tutulacağı Ramazan ayına denk gelmemesi
talebinde bulundu.
Sanıkların isteğini dikkate alan
mahkeme, Hizbullah ana davası duruşmasını Ramazan ayından sonraya
erteledi.
Diyarbakır 6. Ağır Ceza
Mahkemesi'nde görülen duruşmada tutuklu 25 sanık ve avukatları
Hüseyin Yılmaz ile Mehmet Anul hazır bulunurken, 3'ü tutuklu, 1'i
gıyabi tutuklu, 2'si tutuksuz yargılanan toplam 6 sanık ise
duruşmaya katılmadı.
İddia makamı bir önceki celsede
520 sayfadan oluşan mütalaasını tekrarladı.
Söz alan sanık Mehmet Veysi
Özel, başkasının kolluk ifadesine dayanılarak üzerine atılı bir
eylemin olduğunu, sözkonusu eylemi de kendisinin yapmadığını
savunarak, tahliyesini istedi.
Sanık Rıfat Demir de kendisinin
öldürdüğü iddia edildiği Seyithan Aydın'ın yaşadığını ve
mahkemede tanık olarak dinlenmesini talep etti.
Sanıklar avukatı Hüseyin Yılmaz
da müebbet hapis cezasıyla yargılanan müvekkili Mehmet Ezme'nin
işlemediği ve alakası olmadığı bir suçtan tutuklu olduğunu
savundu. Sanık avukatları müvekkillerinin tahliye edilmesini
talep etti. Avukatları, mütalaaya karşı esas hakkındaki
savunmayı hazırlamak için eksiklikleri olduğu nedeniyle ek süre
istedi. Mahkeme heyeti, sanık avukatlarının esas hakkındaki
savunmalarını yapmak için duruşmayı ileri bir tarihe erteldi.
İddia makamı mütalaasında
aralarında üst düzey sorumlularının da yargılandığı Hizbullah
ana davasında savcı, 22 sanığa müebbet hapis cezası istemişti.
Savcı, 5 sanık için 'örgüt üyeliği'nden ceza, 2 kişinin
beraatına, ölen ikisinin davasının düşürülmesine karar
verilmesini talep etmişti.
İstanbul Beykoz'da, 17 Ocak
tarihinde düzenlenen ve Hüseyin Velioğlu'nun öldüğü operasyonda
sağ yakalanan örgütün üst düzey sorumluları Edip Gümüş ve Cemal
Tutar'ın da aralarında bulunduğu sanıklar 2000 yılında
Diyarbakır DGM'de yargılanmaya başlanmıştı.
cihan
Webmaster
03.Temmuz.2008
KÜRTLERDE BİRLİK SORUNU (SIDKI ZİLAN)
Milletler
için ittifak-birlik hayatidir. Bizler de ihtilaf illetinden ancak
bununla kurtulabiliriz. Üzerinde ittifak edeceğimiz
konuların-önceliklerin tespiti ve bu önceliklerin elde edilmesi için
araçlara ihtiyacımız vardır.
Bugün için hepimizi temsil eden bir devletimiz, milli bir örgütümüz
yoktur. Parçalı durumumuz fiiliyatımıza da yansımaktadır. Milli düşünmek
ve milli davranmaktan ziyade, kendi örgüt, cemaat veya gurup
aidiyetimizle işler yapmakta ve yol almaya çalışmaktayız.
Haliyle milli siyaset ve sorunlar yerli yerinde durmaktadır. Hep şikâyet
ediyor ve yekdiğerimizi suçluyoruz. Oysa dert yanmaktan ziyade iş
yapmak, birlik arayışlarına hız vermek gerekmektedir.
Kuzey Kürdistan gerçeğine
bakıldığında; bu işe öncülük edebilecek iki kesim bulunmaktadır. Biri
PKK-DTP diğeri de İlim Cemaatidir. Bu iki kesimden biri bile tek başına
Kuzey Kürdlerini temsil edebilecek yetenek ve örgütlemeden yoksundur.
İki kesimin bir araya gelmesi durumunda, hedefe büyük ölçüde
yaklaşılmış ve ekseriyetin temsil edildiği bir yapı vücuda gelmiş
olacaktır.
İki kesimin de gündeminde bu ve
benzeri konuların olmadığını biliyoruz. PKK-DTP çevresinin Barış Meclisi
ve benzeri girişimleri de bu ihtiyaca cevap vermekten uzaktır. Doğrudan
yüzünü Kürdistan’a dönecek, Kürdî ve Kürdistanî aidiyeti önemseyen,
Türkiyelilik ve Türkiye partisi gibi içi boş, gerçekliği olmayan
söylemleri bir tarafa bırakacak bir anlayışa ve tüm eğilimleri,
özellikle zıt ve hasım eğilimleri bir çatı altında buluşturacak bir
yapıya ihtiyaç vardır.
İlim Cemaati ise Kürd ve Kürdistan
demekten çekinmekte, bu alanı kendi elleriyle eskiden hasmı olan PKK-DTP
çizgisine terk etmiş bulunmaktadır. Keza, anlaşılmaz bir şekilde
dünyadaki İslamî hareketlerle ( ne kadar İslamî oldukları da ayrı bir
konu ) dirsek temasını sürdürürken; kendine, kendi sorununa
yabancılaşmaktadır.
Kürdistan’ın bağımsızlığı Filistin
veya Çeçenya’nın bağımsızlığından daha önemsizmiş gibi veya Kürdistan’ın
Kemalist işgalden kurtulması, Irak veya Afganistan’ın işgalinden daha
önemsizmiş gibi bir tavır içerisindedirler.
Bu çekingenlik o boyutlara
varmaktadır ki Batman gibi bir yerde Filistin’e destek için yaptıkları
mitingde sıradan birçok Filistinli şehidin posteri taşınırken;
Kürdistan’ın fedakâr evlatları birçok şehidin ismi ve mücadelesi es
geçilebilmektedir. Hatta kendi liderlerinin ( rahmetli Velioğlu ki
Kemalist devlet güçleri tarafından şehid edildi ) posterini taşımaktan
çekinen bir ruh haliyle hareket etmektedirler. Bu kadar kendi
gerçekliğine yabancılaşmış bir hareketin geleceği ne olur, doğrusu merak
ediyorum.
Bu dağınıklık ve ittifaksızlık
içerisinde; PKK-DTP ve İlim Cemaati dışında kalan kesimlerin bir ittifak
umuduyla baktıkları TEVKURD projesi de kimilerine göre sekteye uğramak
üzeredir. Bunun nedenleri üzerinde durmak ve dağınıklığı eleştirmek
hepimizin hakkıdır. Nitekim bendeniz de bunu yapıyorum. Ama eleştiriyle
sınırlı bir ilgi ve alaka yetersiz ve haksızdır. Milli bir mesele olan
Birlik Sorununa hepimizin taraf olması ve gerçekleşmesi için çaba sarf
etmemiz gereklidir.
TEVKURD, aleni çalışma tarzını ve
meşruiyeti esas alan, meşru müdafaa dışında şiddet seçeneğini dışlayan
bir yapılanma olarak varlık sahnesine çıktı. Tevkurd yasal bir kurum
olmadığı gibi, illegal bir yapılanma da değildir.
Geldiğimiz noktada; yasal kurumların
( HAK-PAR ve diğerleri ) Tevkurd’e fiilen üye olması hususunda zorluklar
bulunduğu müşahede edilmiştir. Keza, Tevkurd açısından da illegal bazı
yapıların üyeliği ve üyelik tarzları tartışma konusudur. Haliyle
Tevkurd’e üye olan bazı girişim, çevre ve fertlerden başka; Tevkurd
bünyesinde temsil edilen örgüt, siyasi parti, dernek veya vakıf
bulunmamaktadır.
Sonbaharda, Eylül ayında böyle bir
tablo ile Kongresini yapacak olan Tevkurd’u bekleyen sorunların başında,
yola nasıl devam edeceğine ilişkin soru veya sorundur. Tek tek fertlerin
temsil edileceği bir örgüt mü veya kurumların da destek verdiği yarının
Milli Birlik örgütü mü?
Bu noktada mevcut Tevkurd
yöneticilerini ve üyelerini suçlamak gereksiz olmasa da bence
haksızlıktır. Bu sorun ile ilgili zamanını, imkânlarını seferber etmeyip
de afakî olarak görüş bildirmek ne kadar gerçekçidir. Kürdistan’ın
mevcut durumunu bilmeden, halkımızın görüşlerini, olaylara bakışını
tespit etmeden tepeden inmeci çözümler sunmak hakkaniyete bağdaşır mı?
Biz, Tevkurd olarak sorunu aleni
olarak sahiplenerek, baskıları cepheden karşılayarak, çalıyı dolanmadan
meselenin mahiyetine, manasına ilişkin görüşümüzü kamuoyuyla ve haliyle
muhataplarımızla da paylaştık.
Sorunun Kuzey Kürdistan’da Kürdlerin
kendi geleceklerine ilişkin özgür kararlarını vermesi sorunu, siyasi
iktidar sorunu olduğunu öncelikle belirttik ve buna ilişkin tutumumuzu
elan da muhafaza etmekteyiz.
İkincisi; PKK-DTP, İlim Cemaati ve
benzeri halk desteği güçlü olan kurum ve örgütlerin de içinde olacağı
bir Kongre, Cephe ihtiyacının varlığına hala da inanıyor ve Kürdleri
kendi sorunlarına sahip çıkmaya çalışıyoruz.
Üçüncüsü; Kürdlerin husumeti,
didişmeyi, kardeş kavgasını bir tarafa bırakarak ( özellik hain ve
münafık suçlamalarının rafa kaldırılması gerektiği ) işbirliği ve
beraber iş yapma geleneğinin oluşturulması gereğine inanıyoruz. Bu
konuda herkese ve özellikle ismi geçen güçlere büyük görevler
düşmektedir.