Bir müddettir
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Medya Patronu Aydın Doğan
arasındaki tartışmaları ibretle takip ediyorum. Ve kafamda
birçok şey canlanıyor. Sade bir vatandaş gözlüğüyle olup
bitenlere bakmaya çalışıyorum. Türkiye’nin nasıl bir ülke
olduğunu, idari, siyasi, hukuki, askeri çarkların nasıl
döndüğünü ve iplerin gerçekte hangi kesimin elinde olduğunu
düşünüyor ve sade vatandaşın kafasında canlanan şeyleri anlamaya
çalışıyorum.
Acaba sade
vatandaş olup bitenlerin ne derece farkında? Kim kimi yönetiyor,
kimin eli kimin cebinde, bunu ne kadar biliyor? Türkiye’de
yasaların ve özellikle yasakların sadece halk için olduğunu, bir
kesimin yasalar ve yasaklar üstü olduğunu, yargının aslında
bağımsız olmadığını, zahirde görünen devlet yetkili ve
yöneticilerinin aslında vitrinlik olduğunu…..sade vatandaş acaba
ne kadar biliyor?
Bir yandan;
söylemleri düşünüyorum.
Aklıma sürekli
dillendirilen resmi söylemler geliyor. Hani hep söylenir;
Türkiye’de kuvvetler ayrılığı prensibi vardır ve bu, dengeyi
oluşturur. Türkiye’de Yasama, yürütme ve yargı organları vardır.
Yasama, Türkiye’deki en üst ve en yetkili kurumdur. Yargı
bağımsızdır. Basın, halkın haber alma kanalıdır ve özgür olmalı.
Asker siyasetle uğraşmaz. Bütün kurum ve kuruluşlar yasalara
göre hareket ederler..…..vs
Diğer yandan;
icraatları düşünüyorum.
Aklıma
Genelkurmayın Türkiye’yi Biçimlendirme Projesi geliyor. Eylül
2007 tarihinde hayata geçirdikleri bu proje; TSK ile aynı
paralelde hareket etmeleri için yargı organlarının başkanlarını,
devletin üst kademedeki diğer kurum yetkililerini, gazetecileri,
sanatçıları, halk içinde sivrilmiş etkin şahısları kullanmakla
ilgili alınan bazı kararları içermekte. Asker bunları zaten
sürekli yapıyor. Ancak ilave yeni kararlar söz konusu.
Kullanılan gazeteci ve diğer medya mensuplarıyla, kamuoyunda
istedikleri gündemi oluşturabiliyorlar, toplumu istedikleri
istikamete yönlendirebiliyorlar, hedef seçtikleri kesimi
yıpratıyorlar, onları pasifize etmek için ortam
oluşturabiliyorlar. Bu konuda medyanın nasıl kullanıldığını ve
nasıl bir etkiye sahip olduğunu düşünüyorum.
Aklıma
Şemdinli olayı geliyor. Suçüstü yakalanan failler mahkeme
tarafından cezalandırıldığı halde, askerin girişimiyle sivil
mahkemenin nasıl bertaraf edilip olayın askeri mahkemeye intikal
ettirildiğini, askeri mahkeme tarafından bu faillerin serbest
bırakıldığını, bu faillere dava açan sivil savcının ise görevden
men edildiğini düşünüyorum.
Aklıma Hrant
Dink ve Rahip Santoro’nun öldürülmeleri, Malatya’daki
kitapevinde misyoner oldukları belirtilen dört kişinin boğazının
kesilerek öldürülmesi, Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve bu
olayların hemen ardından dikkatlerin Müslümanlar üzerine
çekilmesi için yapılanlar geliyor. Aynı şekilde Uğur Mumcu
olayından hemen sonra da, toplama kalabalığın sokaklara salınıp
“Kahrolsun Şeriat” sloganlarının attırıldığı senaryo görüntüleri
geçiyor gözümün önünden.
Aklıma Danıştay
saldırısı geliyor. Saldırının hemen ardından, olayın başörtüsü
nedeniyle yapıldığının kamuoyuna deklare edildiği, olayın
failinin İslam ile alakasının olmadığı, evinde porno filmleri
bile bulunduğu ve Ergenekon üyesi olduğu ortaya çıkmasına rağmen,
yakalandığı zaman, kendisine verilen görevi ifa ederek
başörtüsüne karşı yapılan yasak ve baskıları protesto etmek için
olayı yaptığını söylediği anlar canlanıyor gözümde.
Bir zamanlar
bölgedeki faili meçhul olayları ve bu olaylara binaen mağdur
edilen yüzlerce Müslüman ve bölge insanını düşünüyorum. Faili
olmadıkları olaylarla suçlanıp bu nedenle ceza almalarının
onlarda ve ailelerinde nasıl psikolojik, sosyal ve ekonomik
etkiler meydana getirdiğini hayal ediyorum.
Yeni
Genelkurmay başkanının, Ergenekon davasından Kandıra cezaevinde
tutuklu bulunan emekli orgenerallerden Şener Eruygur ve Hurşit
Tolon’u TSK adına ziyaret ettirmesi aklıma geliyor. Acaba bu da
başka bir Şemdinli olayı mı olur diye düşünüyorum ve Askerin
yargıya müdahale ettiği ve hatta baskı yaptığı daha önceki
olaylar canlanıyor kafamda.
İşte bunları
düşünüyor ve sade vatandaşın kafasında oluşan, oluşması muhtemel
şeyleri hayal etmeye çalışıyorum. Ve Müslüman halkımızın,
insanımızın, toplumun bu malum odakların elinden neler çektiği
şekilleniyor hayalimde.
Gazete ve
TV’lerin kimi yalan, kimi belli bir istikamete yönlendirme, kimi
kasıtlı ve provokatif, kimi çıkar ve menfaate dayalı, kimi ise
kaos ve gerginlik üzerine bina edilen haberlerle halkı ve
kamuoyunu nasıl yanılttığını, kandırdığını ve aldattığını
görüyorum. Basının bir ülkede nasıl bir güç haline geldiğini,
gelmiş olduğu güç ile kamuoyunu istediği istikamete nasıl sevk
ettiğini, yanılttığını, çıkar ve menfaat odaklarının etkisinde
bir koz ve şantaj haline geldiğini müşahede ediyorum.
Bir ülkede,
halka ve kamuoyuna karşı sorumluluk taşıyan gerek devletin resmi
imkanlarının ve gerekse gayri resmi imkanların halka ve
kamuoyuna karşı nasıl sorumsuzca kullanıldığını, bir menfaat
aracı, bir koz ve şantaj malzemesi haline getirildiğini
gözlemliyorum.
Ve bütün
bunlardan sonra kafalarda şu sorular cevap bekliyor.
Şemdinli olayı
ve sonuçları neyi ifade ediyor?
Yargı gerçekten
bağımsız mı?
Asker yargıya
müdahale yetkisine sahip mi?
Asker yasalara
tabi değil mi?
Asker, devletin
menfaati için dahi olsa, istediği şekilde gizli veya açık
örgütler kurup istediği şekilde faaliyet yürütebilir mi?
Basın
mensupları için yasa yok mudur? İstedikleri gibi haber yapma
hakkına sahip midirler?
Türkiye’de
hangi organ hangi kuvvet derecesindedir?
Asker birinci
kuvvet mi?
Yasama, yürütme
ve yargı organları kaçıncı kuvvet basamağında?
Medya kaçıncı
kuvvet?
Şu anki hale
göre; asker ve medya birinci kuvvet konumundadırlar denebilir mi?
Malum medyanın
asker kontrolünde olduğu hesabı yapılırsa, askerin kuvvetler
üstü konuma sahip olduğu söylenebilir mi?
Resmi olarak
dillendirilen yasama, yürütme ve yargı organları, üç kuvvet olma
özelliklerini yitirmiş midir?
Türkiye’de
kuvvetler dengesi bozulmuş mudur yoksa?
Selam ve dua ile
M. ALİ NUR
|