İki yüzyılı
aşkın bir zamandır İslam alemi kan
ağlıyor, kan kaybediyordu… Ümmetin belini doğrultmak isteyen
öncüler, hedeflerine varmadan
Rablerine kavuşmuştular… Zaman; mülhitlerin
her yerde cirit attıkları, Müslümanlara her türlü eziyetin reva
görüldüğü zamandı… Tarih; artık, dünyaya adalet ve insanlığı
yayan İslam kahramanlarına değil, mimsiz
medeniyetlilerin melanetliklerine şahitlik yapmaktaydı… Kainat,
mateme bürünmüştü… Allah’ı ananlar pek
azalmış, şirk alabildiğine yayılmış, moda olmuştu… Kainatın
çekirdeği hükmündeki insanoğlunun şirk zulmünün dehşetinden,
adeta yer ve gökler tüm zerratıyla titriyor, kafirlere lanet
yağdırıyordu…
Ümmetin ileri ve savunma karakolu konumundaki
coğrafyamız, asrın giriftarlıklarından en fazla pay
alan yerlerin başında geliyordu… Halkın, din namına kazandıkları
zaferler, Süfyan’ın hain ve şeytani
hileleriyle heder olmuştu… Binlerce alim
ve takipçileri sudan bahanelerle şehid
edildiler… Çeşitli araçlarla sindirilen halkı dinsizleştirmek
için, her türlü gayretler sarf ediliyordu… Ama
Allah’ın hesabı başkaydı. Said-i
Nursi, Risale-i
Nur eseriyle, dinsizliğin önünde büyük
bir sed oluşturmayı başarmıştı… Lakin artık Risale-i
Nur da, birinci merhalesini geride
bırakarak, nur risalelerini,
kuracağı teşkilatının alfabesi yapacak olan topuz
sahibine muntazırdı…
Kürdistan, diğer bölgelere oranla daha
büyük ve dehşet verici bir zulme maruz kalmıştı. Şex
Said’in zahiren başarısız kalan onurlu
ve şanlı direnişinden sonra, katliam, sürgün ve asimile etmenin
yanı sıra sosyalizim-kominizim akımlarıyla özellikle de okuyan
gençlik üzerinde sistematik bir dinsizleştirme faaliyetleri
vardı… İslam, birkaç tekke-medrese
ve okumamış, geri kalmış insanlara münhasır bir kalıba sokulmak
istenmişti… İşte İslam’ın ateşten gömlek
olduğu böylesi bir dönemde, 1970’li
yılların ortalarında Allah’ın emirlerine
bağlı, onurlu, ihlas ile yoğrulmuş ve
şuurlu birkaç genç; Rehber Hüseyin
Velioğlu önderliğinde, ümmeti kucaklayan bir
cemaatleşme sürecini başlattılar…
Ve Silvan… Tarihi adıyla
Miyafarkin. Şimdiki Kürtçe adıyla Farqin…
Sırtını toros dağlarına dayayan, Diyarbakır’a
bağlı, merkezi 60-70 bin nüfuslu şirin bir ilçe… Sistematik
dinsizleştirme faaliyetleri burada da yürürlükteydi. Tarih
çöplüklerinden çıkartılan, onlarca değişik isim altında
kominizim menşeli örgütler burada da cirit atmaktaydılar… Bir
zamanlar Kemalist TC. rejimi tarafından camileri
ellerinden alınıp ahırlara çevrilen mütedeyyin halk, bu sefer
namaz kıldıkları camilerde
dinsizleştirilen öz evlatları tarafından tekmeleniyorlardı…
Din ve dine ait her şey alay konusu edilmiş,
buna karşın insanı insanlıktan utandıran her türlü rezillik
övünç kaynağı olmuştu. Camiler
fonksiyonlarını kaybetmişti. Bayram
namazları hariç, ölümüne ramak kalmış birkaç ihtiyar dışında
camiye devam eden yoktu…
Durum böyle
iken; geçmişte bu topraklarda dökülmüş şüheda
kanlarının bereketiyle, mevcut vaziyeti gördükçe içi sızlayan
beli bükülmüş ihtiyarların ve zulme
uğramış mazlumların dualarına cevaben, Yüce
Allah(c.c),
bu topraklara ve bu halka şefkat ve merhametini diledi…
1350 yıllık mesafeden Kerbela
kıyamının bereketiyle filizlenen, Şex
Said’in kanıyla sulanan ve
Nursi’nin çilesiyle yoğrulan Hizbullahi
hareket cemaatleşme sürecini
tamamlayarak her gün yeni bir beldede birilerinin hidayetine
vesile olma şeref ve sevincine nail oluyordu.
1980’li
yılların hemen başında cemaat
Silvan’a el atınca, İslami
endişeye sahip birkaç genç hemen olumlu tepki göstererek
cemaatsel çalışmanın içerisine girdiler. Bu
gençlerin iştirak ve gayretleriyle Silvan’daki
cemaatsel çalışmalarda büyük bir ivedilik sağlanmıştı… mülhit
örgütlerin ve dinsizliğin kalesi hükmüne girmiş sayılan
Silvan, artık Tevhid
davetçilerinin alanı olmaya başlamıştı. Davasal çalışmalarda
kısa denilebilecek bir zaman içerisinde gayyur
müminlerin ihlaslı çalışmaları sonucu,
İslami duyarlılığa sahip genç bir nesil
yetişiyordu.
1980’li
yılların sonuna gelindiğinde yüce Allah’ın yardımı ve cemaatsel
çalışmaların bereketiyle Silvan’da
İslami tebliğin ulaşılmadığı insan
kalmamıştı… Binlerce genç, cehalet bataklıklarından kurtulup
İslami bir hayatı yaşamaya kavuşmanın
mutluluğunu yaşarken, Camiler de, bu
gençlerin iştirakleriyle tarihi misyonlarına kavuşmanın
sevincini yaşıyordu… Gençlerin İslami
cemaate olan büyük teveccühü,
Silvan’daki sol çevrelerin -ki artık mülhid
örgüt bayrağı altında birleşmiştiler- umutlarını kırmıştı. Öyle
ki Silvan’daki solculuğun fikir
babalarından birisi; Müslümanların açık havada yapılan bir düğün
törenini gördüğünde hayretini gizlemeyerek “Bizde
genç bırakmamışsınız.
Tüm gençler
sizin etrafınızda
toplanmış” itirafında bulunmuştu…
Kısacası, Hakkın girdiği bir yerde
batılın yok olmaya mahkum olduğu gerçeği, bir kez daha
yaşanıyordu…
ŞEHİD FUAD
YAŞASIN.
İşte böylesi
bir dönemde… Gençlerin büyük bir iştiyakla Cemaate
teveccüh gösterdikleri bir zamanda, Silvan
Milli Egemenlik ilk öğretim okulunun orta ikinci sınıfında
okuyan Fuad Yaşasın
isimli taze bir genç Cemaatle tanışma
bahtiyarlığına erdi…
1976
doğumlu olan Fuad Yaşasın,
orta halli memur bir babanın üçüncü çocuğuydu. Geleneksel
mütedeyyin bir aile ortamında yetişen Fuad,
akranlarına oranla daha olgun ve mülayim bir yapıya sahipti.
Okulun çalışkan öğrencileri arasında en ön safta olduğu için,
okulda onu tanımayan yoktu. Herkesle iyi geçinir kimseye
düşmanlık etmezdi.
1988-89
öğretim yılının ikinci yarısında Cemaatle
tanışan Fuad, tanışır tanışmaz
Cemaate adapte olarak faal bir çalışmanın
içerisine girdi. Hücresel çalışmada beraber çalıştığı
arkadaşlarının en küçüğü olmasına rağmen, çoğundan daha iyi bir
performans gösteriyordu. Bol bol kitap okuyor kendini
geliştirmeye çalışıyordu. Okuduklarından ve katıldığı İslami
sohbetlerden öğrendiklerini, azami derecede kendi hayatında
uygulama uğraşındaydı…
1989-90
öğretim yılına başlandığında Fuad,
cemaatsel çalışmanın verdiği tecrübeyle kendini biraz daha
geliştirmiş, düşünce ufkunda büyük değişiklikler yaşayarak yeni
öğretim yılına hazırlık yapmıştı. Kendisi için artık dünya ve
dünyevi gelecek endişesi değil, İslami
davası ve uhrevi hayat endişesi ön
plandaydı. İslami sorumluluk bilinci
önemli bir ölçüde gelişmişti. İslami
tebliğe daha fazla önem veriyor, boş zamanlarını değerlendirmek
için büyük bir çaba gösteriyordu. Sohbet etme kabiliyeti çok
güzeldi. Katıldığı sosyal etkinliklerde muhataplarını etkileyici
şekilde sohbet eder, İslami görev ve
sorumlulukları anlatmaya çalışırdı… Cemaatsel
çalışmalarındaki performansın yanında okul derslerinde de yine
en çalışkan öğrenciler arasında ön saflardaydı…
…Ve
Silvan Lisesi…
Silvan’daki sol küfrün ve örgütlenmenin
yuvası… 12 Eylül
darbesi öncesi her türlü sol örgütün cirit attığı ve siyasi
nabzın tutulduğu bir okul… Darbe sonrası, öncesine oranla sakin
bir seyir izlemekle beraber bu sefer mülhid örgüt şemsiyesi
altında yuvalanan sol bir örgütlenmeye ve bu örgütlemenin
getirdiği her türlü ahlaki hayâsızlığa ev sahipliği yapmaktaydı
Silvan lisesi.
Ama Silvan’da esmeye başlayan rahmet
yeli, Silvan lisesinde de etkisini
göstermek ve okulun çirkin çehresini değiştirme azmindeydi…
Fuad
Yaşasın, 1990-91
öğretim yılında Silvan
lisesine kaydını yapıp okula başladığında,
Allah’ın lütfüyle Cemaatsel
çalışma bu okulda önemli bir aşamaya gelmiş ve Mü’min gençler
kendilerini koruyabilecek bir güce ulaşmıştılar.
Fuad, eski okuluna oranla daha siyasi ve hareketli
bir okul ortamına girmişti… Fuad,
cemaatsel çalışmanın rehberliğinde bu okul
ortamına da çabuk uyum sağlayarak yoğun bir performans
göstermiş, İslami kitaplar okumaya,
kendini geliştirmeye ve tebliğ
çalışmalarına büyük bir hız vermişti. Bu dönemde beraber
çalıştığı arkadaşlarının en küçüğü olmasına rağmen en
çalışkanlarıydı. Daha çok kitap okuyor ve daha çok insana
İslami tebliği ulaştırıyordu…
Bu arada mülhid
örgüt Silvan’da oldukça büyük bir siyasi
ve askeri güce ulaşmıştı. Bu gücünü bir halk hareketine
dönüştürme çabasındaydı. Tam da bu sıralarda Silvan
lisesinde yapılan bazı haksızlıkları protesto amaçlı derse
girmeme ve oturma eylemleri öğrenciler tarafından başlatıldı.
Başta öğrencilerin bu eylemine destek veren
Hizbullahi öğrenciler; mülhid örgütün bu eylemi
kendi siyasi amaçlarına alet etmek istemesi üzerine, bu eylemden
desteklerini çektiler. Bu olay nedeniyle mülhid örgüt
Silvan’da özellikle de okul cephesinde
Müslümanlara karşı gerginliği artırmaya
yöneldi.
Fuad,
bu dönemde gelişen siyasi olaylardan dolayı zerre kadar bir
tedirginliğe yol vermeden kendisine düşen görevleri yerine
getiriyordu. Ama Fuad bu dönemde, bir
davetçi için zor bir merhale olan bir durumla karşı karşıya
gelmişti. Çeşitli vesilelerle sindirilen halkın bir uzvu olan
Fuad’ın ailesi de, gelişen siyasi
olaylardan sonra çocuklarını bu tür ortamlardan uzaklaştırma
çabasına girdiler. Zira onlara göre haklı da olsalar
cemaatsel çalışmalar, siyasi ve tehlikeli
bir durumdu. Fuad, bu yöndeki aile
baskısını nezaketini koruyarak taviz vermeden geçiştiriyordu…
1991-92
öğretim yılında Silvan lisesi, şehrin
biraz dışında yapılan yeni binasına taşındı. Bu dönemde mülhid
örgütün, “bölgede tek hakim güç benim” düşüncesi ve kendisi
dışındaki herkesi kendisine boyun eğdirmeye çalışması çabaları
sonucu, tüm bölgede mülhit örgüt ile Cemaat
arasında gerginlikler tırmandı. Cemaatin
iyi niyet çabalarını da görmezlikten geliyorlardı.
Mülhid örgütün
tüm bölgede Cemaate baskı uygulaması ve
bazı Müslümanları şehid etmesi üzerine
Cemaat, meşru müdafaa pozisyonuna girmiş
ve birçok mensubu şahadete ulaşmıştı. Gerginlik ve çatışmalar
Silvan’a da yansımıştı. Silvan’daki
gerginliğin nabzını tutmakta olan Silvan
lisesinde mücadele ortamı kızışmış ve doğan her yeni gün,
muhtemel bir olaya gebeydi. Mülhid örgüt mensubu öğrencilerin
kışkırtmaları sonucunda sık sık okulda yumruklu ve sopalı
kavgalar çıkıyor ve Allah’ın inayetiyle istisnasız her kavgada
Müslüman öğrenciler galip çıkıyorlardı.
Fuad Yaşasın da,
narin bedeniyle bu kavgalarda büyük kahramanlık gösterenlerden
biriydi…
Bu arada
Fuad’ın ailesi baskısını artırmış ısrarla
Fuad’ın Cemaatten
uzaklaşmasını istiyorlardı. Fuad, tüm
baskılara rağmen boyun eğmeyerek mücadele saflarındaki yerini
terk etmedi. Zira o, ezberinde tuttuğu ve sık sık okuduğu
Tevbe suresinin 111. ayetindeki karlı
alışverişinden taviz verme niyetinde değildi... Ailesi, onu
davasından vazgeçiremeyince, ailesi kendisiyle olan ilişkilerini
kesmişti. Biliyordu ki ailesi onun İslami yaşantısından ve güzel
ahlakından razıydı ama çevrenin baskısı ve yapılan fitnelerin
oluşturduğu ortam nedeniyle bunu yapmışlardı. Fuad,
bu durumu acı bir tebessümle karşıladı.
Fuad,
artık küçük bir muhacir idi. Bu dönemde de okuldaki tebliğ
çalışmalarına devam eden Fuad, değişen
mücadele ortamının şartlarıyla beraber kendini değiştirmiş,
yaşından çok daha büyük bir olgunluk ve cesaretle şartların
gerektirdiği görevlere de talip olmuştu. Okul içinde ve dışında
kendisine verilen görev ve sorumlulukları en güzel bir şekilde
yerine getirebilmek için büyük bir çaba gösterirdi…
31
Mart 1992…
Ramazan ayının 27.
gecesi, yani Kadir gecesi… Mülhid örgüt,
İslami çalışmaların geldiği noktayı ve
dolayısıyla kendisi dışında alternatif bir gücün oluşmasını
hazmetmeyerek Silvan cephesinde
Cemaate karşı resmen savaş ilan etti. Hedef
olarak da, Silvan’da en çok çekindiği
Haci Biçer’i
seçti. Haci Biçer,
Kadir gecesi Kur’an
okumakla meşgul olduğu bir sırada, evini çembere alan bir grup
militan evin içini otomatik tüfeklerle taradılar. Haci’yi
şehid edip çocuklarını da yaraladılar.
Haci’nin
şahadetiyle, şahadet
kokusu ve arzusu Silvan’ı baştan başa
sarmıştı. Hizbullahi müminler yediden
yetmişe kenetlenerek kendilerini Allah’a
dayadılar. Cemaatin önderliğinde, onurlu
İslami bir yaşam yada şerefli bir ölüm
için göğüslerini kendilerine dayatılan savaşa açtılar…
Şahadet
havasının esmesi, Silvan lisesinin mümin
öğrencileri arasında bir başkaydı… Yaşlarının küçüklüğüne
bakmadan kendilerini Şahadet kervanının
en önünde görmek istiyorlardı… Fuad, bu
sırada okulu terk edip mücahid
ağabeylerinin yanında yer almak istediyse de,
Cemaatin müsaade etmemesi üzerine okuluna devam
etmek zorunda kaldı… Her gün çatışmaların olduğu ve
müminlerin şehid olduğu bir
durumda Fuad, nasıl rahat bir şekilde
okul okuyabilirdi ki? Fuad, sadece
devamsızlıktan dolayı sınıfta kalmamak için kendini okula
gösterir, bulduğu her fırsatta mücahid
ağabeylerinin yanına gider, elinden gelebilecek her yardımı
yapmaya çalışırdı… Okullar tatil olduğunda Fuad,
rahat bir nefes almıştı. Çünkü artık okul, ağabeylerinin yanında
kalmasına engel değildi…
26
Haziran 1992
gecesi Susa köyünde 10
Müslüman’ın cami
içinde, mülhid örgüt militanları tarafından şehid
edilmeleri, Silvan’daki tüm
Mü’minleri olduğu gibi Fuad’ı
da derinden etkilemişti. Zira kendisine bir baba gibi şefkat
gösteren Hüseyin
Çetinkaya’nın yanı sıra okul arkadaşlarından
Adnan Kantar,
Mekki ve Zeki
Fidancı kardeşler de, şehid
olan mü’minler arasındaydılar. Kendisinden daha küçük olan
Zeki’nin şehid
olması, Fuad’ı hem daha fazla üzmüş hem de kendisinin de şehid
olabileceği yönündeki umutlarını artırmıştı.
Fuad,
artık tek şey düşünüyordu. Mücadele
etmek ve şehid olmak. Yaşının küçük
olması ve bedeninin narin olması onun için bir şey ifade
etmiyordu. Mutlaka kendisinin de yapabileceği bir görev olurdu.
Bu dönemde hizmet ehli bazı Mü’minlerin serbest dışarı çıkıp
ihtiyaçlarını karşılamaları ya da birbirleriyle haberleşmeleri
güvenlik açısından oldukça tehlikeliydi. Fuad,
sıcak yaz günleri boyunca Mü’min
ağabeylerinin bu yöndeki ihtiyaçlarını karşılamak için azami bir
gayret içerisindeydi. Sabahtan akşama kadar, şahadet
türküleri eşliğinde Silvan’ın
sokaklarını karış karış adımlayarak, ağabeylerinin evlerine
uğrayıp işlerini görürdü. “Yorulmuşsun.
Gel biraz
dinlen” tekliflerini, “Allah
razı olsun.
Acelem var” diyerek
nezaketle reddeder ve dinlenmek için çoğu zaman birkaç
dakikalığına kapı eşiğinde oturmayı tercih ederdi… Bu şekilde
hizmetle dolu dolu geçen bir yaz tatilinin sonuna gelinmişti.
Fuad, kendisine düşen görevleri yerine
getirmenin gönül rahatlığıyla, artık yeni açılan okul sezonunda
lise 3. sınıfını
bitirebilmenin heyecanını yaşayacaktı…
…Fuad’ın
şehadet anları, beraber şehid olduğu şehid Hanifi’nin hayatının
anlatımından sonra gelecek….
ŞEHİD HANİFİ
POYRAZ
1972
doğumlu olan Hanifi Poyraz,
varlıklı bir aileden gelmekteydi. Çok kibar, güler yüzlü ve
nezaketli bir ahlaka sahip olan Hanifi;
Silvan lisesinin orta kısmını okuduğu
sıralarda Cemaatle tanışma
bahtiyarlığına ermiş, yapılan çağrıya büyük bir iştiyakla
lebbeyk demişti… Çok zeki ve çalışkan bir yapıya sahipti.
Cemaatle tanıştıktan kısa bir süre sonra
bulunduğu ortama ayak uydurarak Cemaatsel
çalışmaların içerisine girmiş ve bu çalışmalarda oldukça büyük
bir gayret içerisine girmişti.
Silvan
lisesinde Cemaatsel çalışmaların
gelişmesinde önemli bir katkısı oldu. Sürekli okur ve
okuduklarını hayatında uygulamaya gayret ederdi. Kendini
geliştirmenin yanı sıra öğrendiklerini, çevresinde tanıdığı
insanlara da tebliğ etme telaşındaydı…
Hanifi’nin
abisi gıda toptancılığını yapmakta olup, işini oldukça
geliştirmişti. Gelinen noktada ticaretini sorunsuz yürütebilmesi
için, küçük kardeşi Hanifi’nin dürüstlük
ve çalışkanlığına ihtiyacı vardı. Bu yüzden Hanifi,
lise 2. sınıftan
sonra okula ara vererek abisiyle beraber ticaret hayatına
atıldı. O dönemdeki değerlerle ifade edilirse milyarlarca lira
değerindeki bir ciroyla ticaret yapmaktaydı. Bu, o dönemdeki
çoğu insanın isteyip te kavuşamadığı bir durumdu.
Çoğu
insanın cazibesine kapılıp ta imanını kaybedebileceği bu dünya
malı karşısında Hanifi hiç
etkilenmemişti. Şüphesiz bunda, cemaatsel terbiye ile
güçlendirdiği maneviyatının büyük bir
etkisi vardı… Mü’min kardeşlerine
gereken maddi yardımları yapmaktan geri durmayan
Hanifi, gündüzleri ticaret işleriyle meşgul olurken,
gecelerini cemaatsel çalışmalarına
vakfetmişti. Bulduğu her fırsatta İslami
tebliğ çalışmalarına da devam etmekteydi.
Oldukça güzel
bir hitabete sahip olan Hanifi, genel
sohbetlerde de sohbet edip insanları aydınlatmaktan geri
kalmıyordu. 1992 yılının
Ramazan ayında cemaatsel
çalışmanın bir parçası olarak, Silvan
Esnaflar camiinde
teravih namazlarından sonra kurulan sohbet halkasında,
Peygamber efendimizin
hayatını işliyordu. Caminin resmi imamı
tarafından her ne kadar bu görevine engel olmak istenildiyse de
Hanifi, her gece siyeri anlatmaya ve
aydınlatmaya devam etti…
Aynı
Ramazan ayının kadir gecesinde
Haci Biçer’i
şehid eden Mülhid örgüt, acımasız ve değer tanımaz
bir üslupla Cemaate savaş açmıştı…
Cemaate haksız bir savaşın dayatıldığı,
mümin kardeşlerinin şehid düştüğü bir
durumda Hanifi’nin hiçbir şey olmamış
gibi hayatına devam etmesi düşünülemezdi. Artık dünya ve ahiret
ticaretinin beraber yürütülmesi imkansızdı. Gelinen noktada
ikisinden birini bırakması zorunluluğu vardı. İyi bir ticari
tecrübeye sahip olan Hanifi, hiç
tereddüt etmeden tercihini uhrevi
ticaretten yana koymuştu. Çünkü biliyordu ki bu ticaretteki
muhatap yüce Allah
(c.c)’dır ve O, hiçbir zaman kendisiyle ticaret yapanları zarara
götürmez... Hanifi, bütün dünyevi arzu
ve rahatlığı elinin tersiyle iterek, yarı tok bir hayata razı
olarak çilekeş mücahid kardeşlerinin
yanına gitti ve artık yanlarından ayrılmadı.
Susa
katliamından sonra, Susa’ya gidip bir
süre orada kaldı. Orada hem köylülerin dertlerine ortak olmuş
hem de köylülere yardımcı olmuştu. Buradayken eskiden beri var
olan şiir yazma yeteneğini de geliştirerek, fırsat buldukça
duygularını Kürtçe şiir olarak kağıda
döken Hanifi şiirlerinde “Hanif”
mahlasını kullanmış ve bir çok şiiri bestelenmiştir.
1992-93
okul sezonu açıldığında Hanifi, hem bu
zorlu dönemde öğrenci kardeşlerini yalnız bırakmamak, hem de
yaklaşan askerliğini tecil edebilmek için Silvan
lisesindeki kaydını yeniledi…
Silvan
lisesinde ders başı yapılmış, ilk günde öğrenciler okula akın
etmiştiler. Çatışma ortamındaki gerginliğin okula da taşınacağı
kesindi. Bu yüzden özellikle tarafsız kalmak isteyen öğrenciler
arasında bir tedirginlik hâkimdi. Aralarında Şehid
Hanifi Poyraz, Ş.Fuad
Yaşasın ve Ş.
Adil Yeşilbağdan’ın
da bulunduğu Hizbullahi öğrenciler de
hazırlıklarını tamamlayarak okula gelmişlerdi. Onlar okul okumak
istiyorlardı. Ama eğer birileri onların İslami
değerlerine saygısızlık yapsa ya da okumalarına engel olsaydı, o
zaman onlar da gereken cevabı vereceklerdi. Nitekim daha ilk
haftada Mülhid örgütün üyesi olan bazı öğrenciler gerginlik
yaratmak istediklerinde, kulakları çekilerek olay çıkarmaları
engellenmiştir. Daha önceden de birbirlerini tanıyıp muhabbet
gösteren Hanifi ve Fuad’ın
okul münasebetiyle diyalogları daha da gelişmişti.
Birbirlerini yakından tanıdıkça aralarındaki sevgi ve muhabbet
te artmıştı.
Okulun ilk
haftası geride kalmıştı. Hanifi ve
Fuad birlikte, bir Mü’min
ağabeylerinin evinde kalıyorlardı. Zira ikisi de
İslam davalarını tavizsiz sürdürebilmek için evden
ayrılmak zorunda kalmıştılar. 19
Eylül 1992
cumartesi günü Hanifi,
çoktandır görmediği anne-babasını
ziyaret etmek ve bazı ihtiyaçlarını temin etmek amacıyla
babasının evine gitmeye karar verir. Bunu, yanındaki
Mü’min ağabeyine de sormuş, olumlu cevap
alınca hazırlığa başlamıştı. Fuad ile
beraber gidecektiler.
Hanifi,
kendisine nispeten kısa olan Fuad’a
doğru başını hafifçe eğip, şahadet parmağıyla da gözlüğünü
hafifçe yukarı kaldırarak, “Hazırmısın
Fuad kardeş?”
diye sorar. Fuad, hazırım abi deyince,
Ya Allah deyip
dışarı çıkarlar.
Hanifi
önde, Fuad 5-10 metre geride
D.bakır yoluna çıkıp,
Hanifi’nin babasının evine doğru
yürürler. Bu sırada bir kahvehanede oturan, Mülhid örgütten
destek alarak Cemaate savaş açmış olan
bir aşiret başı ve adamları, Hanifi ve Fuad’ı yalnız görünce
onlara silahlı saldırıda bulunmaya karar verirler. Bazı adamları
hemen silahlı olarak, yol kenarındaki ağaçlık alanın arasına
girip hızla ilerleyerek ağaçların arasında saklanıp,
Hanifi ve Fuad’ın
gelip geçmesini beklerler. Hanifi ve
Fuad, hiçbir şeyden habersiz ilerleyip
onların hizasını geçince, arkadan onları çapraz ateşe tutarlar.
Hanifi, sıkılan ilk kurşunlarla vurulup
yere düşer. Hanifi, yaptığı ticaretin
karlı semeresini toplayarak, ruhuyla
göklere çıkarken yalnız kalan
Fuad, belindeki tabancayı çıkarıp diz çökerek
kahramanca saldırganlara karşılık vermeye başlar. Ancak vahşi
çakal sürüsünün arasında kalmış bir ceylan misalidir küçük
Fuad’ın durumu.
O, izzetli bir
şekilde Rabbine verdiği sözünü yerine
getirebilmenin heyecan ve sevinci içindeydi. Yine o, aylar önce
bir hissi kablel vuku olarak
arkadaşlarına sorduğu “arkadan bir saldırıya
uğrasam şehid olur muyum?” sorusunun cevabını
almaktaydı… Fuad, çatışarak ilk
şarjörünü bitirmişti. Cebindeki yedek şarjörünü çıkarıp
tabancaya yerleştirmeye çalışırken, saldırganların yaylım ateşi
sonucu bir kurşun kafasına isabet etmiş yere yıkılmıştı...
Fuad, kısa ve temiz yaşantısını
İslam’a hizmet yolunda geçirdikten sonra, en şerefli
ölüm olan şahadetle noktalamıştı ömrünü.
Kısa sürede bu
iki gül fidanın şahadet
haberleri tüm Silvan’da
yayıldı. Cemaat mensupları büyük bir
hüzün içerisindeydiler. Ama yanlarından kalkıp gittikleri
Mü’min abilerinin hüznü bir başkaydı.
Cenazeleri alınıp Karabehlül camiine
getirildi. Yüzlerce Hizbullahi
mümin ve mümineler
camide toplanıp onlara karşı son
görevlerini yerine getirmeyi bekliyorlardı. Onları tanıyıp ta,
onlara ağlamayan yoktu. Şehid Fuad’ın defninde de ailesi hazır
değildi, mülhid örgütün baskılarından dolayı katılamamışlardı.
Şehidlerin
naşını yıkayan alim, birkaç defa
elleriyle Fuad’ın açık kalan gözlerini
kapatmak istese de Fuad, gözlerini
tekrar açıyordu. Durumu anlayan alim,
dolu dolu gözlerle “Kapat gözlerini ey Fuad!
Vallahi eğer bugün anne-baban sana sahip çıkamamışlarsa, bil ki
burada toplanan yüzlerce Mü’mine bacı
sana anne, bacı ve Mü’min erkekler de
sana baba ve kardeştirler” deyince, Fuad’ın
yüzünde bir tebessüm belirdi ve gözleri de kapandı.
FUAD
YEŞİLBAĞDAN |