İlk kıblemiz
Mescidi Aksa’nın bulunduğu Kudüs, 1967’de Siyonistlerin işgaline
uğramıştı. Bu yıl 41. yılını dolduran işgale karşı Kudüs
Günü’nün daha bir görkemli kutlanması ve İslam coğrafyasında
Filistin üzerinden bir ümmet dayanışmasının gerçekleş-tirilmesi
hedefleniyor.
Her yıl Ramazan
ayının son Cuma günü kutlanan Kudüs Günü bu yıl birçok
etkinlikle kutlanacak. Ankara’da ise sivil toplum örgütleri
Siyonist İsrail Büyükelçiliği önünde bir araya gelerek, işgali,
ambargoyu ve katliamı kınayacak. Bu arada; İstanbul Fatih
Camii’nde de kutlamalar yapılacak.
“AKSA DÜŞERSE KALBİMİZ DURUR”
Kudüs Der’in çağrısına cevap veren sağduyulu sivil toplum
örgütleri “Dünya Kudüs Günü” dolayısıyla 26 Eylül Cuma günü saat
12:00’de kuşatma ve ambargo altındaki Filistin halkı ve Hamas
hükümetiyle dayanışma amacıyla İsrail Büyükelçiliği önünde
protesto gösterisi yapılacak. Tertip adına yapılan açıklamada,
“Kudüs'ün özgürlüğü ümmetin özgürlüğüdür” denildi. Abluka altına
alınan Aksa’nın düşmesi, kalbin durması, hayatın son bulması
anlamına geleceğinin vurgulandığı bildiride, şu ifadelere yer
verildi: “Ümmetin kalbinin atmaya devam etmesi için Dünya Kudüs
Gününü, bilinçlenme, sorumluluğu idrak etme ve zulme karşı
direniş ruhuna dönüştürelim. Filistinli kardeşlerimizin yanında
olduğumuzu hissettirelim. 26 Eylül Cuma Günü Saat 12.00'de
İsrail Büyükelçiliği önünde Filistinli kardeşlerimizin yanında
olduğumuzu bir kez daha hatırlatmak için bekliyoruz.”
FATIH CAMII’NDE, SIYONIST İSRAIL PROTESTO EDILECEK
Her Ramazan ayının son Cuma günü İslam dünyasında kutlanan Dünya
Kudüs Günü, İstanbul'da bu yıl da Fatih Camii'nde kutlanacak. 26
Eylül’de (yarın) Fatih Camii'nde Cuma namazı sonrasında
gerçekleşecek programı Filistin Dostları organize edecek.
Filistin Dostları tarafından düzenlenecek programa; Özgür-Der,
Mazlum-Der, Medeniyet Derneği, İHH, Akdav, Akabe Vakfı ve İnsan
ve Medeniyet Hareketi’nin yanı sıra çok sayıda sivil toplum
örgütü katılacak ve siyonist İsrail protesto edilecek. Prof. Dr.
Ahmet Ağırakça ile İHH Başkanı Bülent Yıldırım'ın konuşmacı
olarak katılacağı; Grup Yürüyüş'ün İntifada marşını
seslendireceği programa katılımın yüksek olacağı bildirildi.
FİLİSTİN YARDIM BEKLİYOR
Filistin’i kuşatan Siyonist işgal çemberi her geçen gün daha da
daralıyor. Özellikle Gazze’de yaşanan trajedi bir insanlık
utancı olarak tarihe kaydediliyor. Katliamsız gün yaşamayan;
ambargo yüzünden açlık, susuzluk, ilaçsızlık, elektriksizlik ve
daha nice zulümlerle yüz yüze olan Filistin halkı Müslümanlardan
yardım ve destek bekliyor.
HAMAS: KUDÜS İÇİN KUDÜS GÜNÜ GÖSTERİLERİNE DESTEK VERİN
Filistin İslami Direniş Hareketi Hamas'ın Tahran Temsilcisi Ebu
Usame el Moti, bütün dünyadaki Müslümanları Kudüs Günü
programlarına katılmaya çağırdı. “İslam Ümmetinin bütün
evlatları sadece Filistin’in başkenti değil, İslam dünyasının
manevi başkenti Kudüs için, Kudüs Günü gösterilerine
katılmalıdır” diyen el Moti, Kudüs Günü’nün Siyonist işgale
karşı direnişin canlılığı ve Filistinli mültecilerin vatanlarına
geri dönme hakkını elde etmeleri için önemli bir vesile olduğunu
vurguladı. El Moti, Dünya Müslümanlarından Kudüs Günü’nde
Filistin davasına desteğin yanı sıra, Filistin davasının
şehitleri, gazileri ve tutsakları ile de dayanışma içinde
olduklarını göstermelerini istedi.
KUDÜSGÜNÜ KUTLAMALARI NASILBAŞLADI
1980’li yıllarda İran İslâm Cumhuriyeti lideri ve kurucusu İmam
Humeyni, Ramazan ayının son Cumasını ‘Dünya Kudüs Günü’ olarak
ilan etmişti. Bu çağrıyı önemli ve anlamlı bulan dünya
Müslümanları da, o günden itibaren Kudüs Gününü anmaya
başladılar. Kudüs Günü, Müslümanlar için gelenekselleşen bir gün
haline geldi. Yine o dönemde İmam Humeyni günün önemini belirten
bir mesaj yayınlamıştı. Humeyni mesajında Mübarek Ramazan'ın son
Cuma'sının Kudüs Günü olduğunu hatırlattı ve “Kadir Gecesiyle
komşu olan Kudüs Günü Müslümanlar tarafından önemle ihya
edilmeli, onların uyanma ve bilinçlenmelerine yol açmalı ve
tarih boyunca; bilhassa son yüzyıllarda yakalandıkları gafletten
silkinmelerini sağlamalıdır” demişti.
İmam Humeyni mesajında şu satırlara yer verdi: Ramazan'ın son on
günü büyük bir ihtimalle Kadir Gecesidir. İhyasının sünnetullah
olduğu bir gece... Kadri ve kıymeti, münafıkların bin ayından
üstündür bu gecenin; kulların mukadderatının temellerinin
atıldığı gece... Kadir gecesiyle komşu olan ‘Kudüs Günü’
Müslümanlar tarafından önemle ihya edilmeli, onların uyanma ve
bilinçlenmelerine yol açmalı ve tarih boyunca; bilhassa son
yüzyıllarda yakalandıkları gafletten silkinmelerini sağlamalıdır
ki bu bilinç ve uyanış günü, dünya münafıkları ve süper
güçlerinin onlarca yılından daha üstün olsun ve dünya
Müslümanları kendi kaderlerini kendi güçlü elleriyle
hazırlayabilsinler... Kadir Gecesi Müslümanlar Allah'a yalvarıp
bütün geceyi dua ve ibadetle geçirerek Allah Teala'dan gayrısına
kul olmaktan kurtulur ve Allah'a kulluk şerefine erişirler. Keza
şehrullah-i A'zam'ın -mübarek Ramazan ayı- son günleri olan
Kudüs Gününde dünya Müslümanlarının süper güçlerle, büyük
şeytanların kulluk ve esaretinden kurtulup Allah'ın sınırsız
kudretine katılmaları ve tarihin canilerinin elini
mustaz’afların ülkelerinden keserek iştahlarını kursaklarında
bırakmaları gerekir.
kaynak: vakit gazetesi
Webmaster
25. Eylül 2008
►İŞTE JİTEM SUİKASTLERİ (YORUMSUZ)◄
JİTEM
ve PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan JİTEM suikastlarını anlattı:
Uğur Mumcu'nun aracına
bombayı da onlar koydu. Musa Anter'i öldürdüler. Sonra Cem Ersever'i
ortadan kaldırdılar..
Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele -kısa adıyla Jİ- TEM- Ergenekon
operasyonunun son dalgasında emekli albay Arif Doğan'ın
tutuklanmasıyla yeniden gündeme geldi. Pek çok özelliğiyle
2000'lerin Ergenekon örgütünün atası olarak kabul edilen JİTEM'in
kadrosu, hiyerarşik yapısı ve eylemleri hala tam olarak
aydınlatılamadı. SABAH, itirafçı Abdülkadir Aygan'la İsveç'in
başkenti Stockholm'de görüştü. "Fırat'ın doğusundaki Ergenekon"un
bir numaralı tanığı olarak gösterilen ve hem PKK'nın, hem de
JİTEM'in itirafçısı olan Aygan önemli açıklamalarda bulundu.
* JİTEM'de görev yaptığınız dönemde Veli Küçük ve
çevresindekilerin teşkilat içinde Ergenekonvari bir yapı
oluşturduklarına şahit oldunuz mu?
Bugün Ergenekon denilen şey aslında Cem Ersever'in fikriydi.
Ersever'in, Veli Küçük ve Arif Doğan'la arası bozuktu. Ersever'in
ideali bölgede kalmak ve emrinde bir taburla PKK'ya karşı savaşmaktı.
Cudi Dağı'nda konuşlanıp, aynı PKK'lılar gibi yaşayacaklardı.
Ersever, PKK'yı, PKK'lılardan iyi biliyordu. JİTEM'deki
klasörlerinin rengi bile sarı-kırmızı-yeşildi. Ayrıca "Kuvayı
Milliye ruhunu yeniden canlandırmalıyız" diyordu. Şehit ailesi,
işadamı ve diğer sivilleri içine alan bir yapı kurmayı tasarlıyordu.
Ersever yaşasa Ergenekon'un lideri olurdu.
YEŞİL'İ GÖREVLENDİREN VELİ KÜÇÜK'TÜR
* Veli Küçük, Ergenekon konusunda Ersever'den ilham aldı yani.
Veli Küçük, Ergenekon fikrini ondan aldı. Aralarında çetin bir
rekabet vardı. Birbirlerinin ayağını kaydırmaya çalışıyorlardı.
Aralarındaki çatışmanın sebebi Ersever'in kendi başına bir yapı
kurmak istemesiydi. Onun dışında Cahit Aydın, Nurettin Ata gibi
JİTEM subayları pasiflerdi. Ersever, Cahit Aydın'ı kendisinin
kıymetini anlasınlar diye kendi yerine önermişti. Aydın ve Ata,
namaz kılar, oruç tutarlardı. Nurettin Ata'nın Diyarbakırlı
nakliyatçı Nizamettin Ece ile ilişkisi vardı. Ata'nın kendisi de
nakliyat işi yapıyor. Ece'nin arabası Diyarbakır'da kanlı halde
bulundu. Cesedi bulunamadı. Bu olaydan sonra Nurettin Ata, JİTEM'den
istifa etmek zorunda kaldı. JİTEM'ci binbaşı Ali Yıldız'ın, mafya
babası Sedat Peker Diyarbakır JİTEM'e geldiğinde düğmelerini
iliklediğini de biliyorum.
* Musa Anter cinayetinde yukarıdan emri kim verdi?
O olayda Diyarbakır'daki bütün yetkili komutanlar aradan çekildi,
ortalık Yeşil'e kaldı. Yeşil, Ersever'e değil, Veli Küçük'e yakındı.
Ersever Ankara'ya tayin olduktan sonra Diyarbakır'da çok rahat
çalışmaya başladı. Anter'in infaz edildiği gün Ersever hiç olmadık
şekilde Nemrut'a dinleme cihazıyla gitti. "PKK'lıları izleyeceğiz"
demişti. Komutan izne gitmişti. Onun yerine vekaleten bakan Savaş
Gerçekçi de erkenden gitti. Meydan Yeşil'e kaldı.
"BİNBAŞI KIRCI ÜÇ KİŞİYİ ÇÖKTÜRÜP İNFAZ ETTİ "
* Ankara'da Gruplar Komutanı olarak Veli Küçük mü vardı o zaman?
Evet, Veli Küçük, Yeşil'i görevlendirdi. Ersever'e de "Yeşil'e
karışmayacaksın" dedi. Sonra da bildiğiniz gibi Şırnaklı Hamit infaz
etti Anter'i. (Musa Anter 20 Eylül 1992'de Diyarbakır'da öldürüldü.
Cinayeti JİTEM'in işlediği Abdulkadir Aygan'ın 2004'teki
itiraflarıyla tescillendi.) Ersever cinayeti de Yeşil'in işi.
Ersever öldükten sonra da Ankara'dan geldi ve "Alçak, hain! Bankada
bir sürü parası varmış" dedi. Ben Yeşil'in de öldürüldüğünü
düşünüyorum. Yoksa çıkar konuşurdu.
* JİTEM'in kimi infazlarını daha önce çeşitli
vesilelerle açıkladınız. İnfazlara katılan subaylar var mıydı?
Evet vardı. JİTEM Diyarbakır Grup Komutanı Binbaşı Abdulkerim
Kırca'nın üç kişiyi infaz ettiğini gözlerimle gördüm. Bu kişiler
Sağlık- Sen Diyarbakır Şubesi'nden Necati Aydın, Mehmet Ay ve
Ramazan Keskin'di. Kırca, mahkeme serbest bıraktığı için bunları
infaz etti. Olaydan önce JİTEM'de onları sorguladık. Sonra Silvan
yolunda Kağıtlı Karakolu'nu geçince gündüz gözüyle bunlar dizüstü
çöktürüldü. Kırca, yakın mesafeden kafalarına sıktı. Bu olayı ne
zaman hatırlasam Vietnam'da çekilmiş meşhur bir infaz fotoğrafı
vardır, aklıma o görüntü geliyor.
Mumcu'yu öldüren C-4 ABD'li eski askerden
Ersever'in Diyarbakır'dan Ankara'ya giderken patlayıcı götürdüğü
biliniyor. Bu patlayıcıları kim getirmişti?
Ersever'in valizinde yaklaşık 20 kilo C-4 olduğunu gözlerimle gördüm.
Bu patlayıcıları 1991 ya da 92'de Vietnam gazisi bir Amerikalı adam
Olağanüstü Hal Bölge Valiliği'ne vermişti. Ersever de patlayıcıları
oradan aldı. Bu patlayıcıları Mardin yolu kenarındaki bir derede
patlatıp denedik. Ben, Ersever ve Amerikalı eski asker vardı.
C-4'lerin bir kısmı Diyarbakır Baro Başkanı Mustafa Özer'in
arabasının altında patlatıldı. Bombayı patlatan binbaşı Aytekin
Özen'di. Ben bu olaya katılan kişiyim. Bu C-4 patlayıcıdan bir
kısmını da Mardin- Kızıltepe şehir merkezinde Renault marka bir
arabanın altında patlattık. Ersever bu C-4'leri Ankara'ya
götürdükten sonra Uğur Mumcu C-4 patlayıcı ile öldürüldü. (Gazeteci
Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993'te Ankara'da uğradığı bombalı saldırıda
hayatını kaybetti.) Aytekin Özen ve Ersever konuşmalarında "Uğur
Mumcu kaşınıyor rahat durmuyor" diyorlardı. PKK'yla ilgili
araştırmalarından rahatsızlardı. Mumcu'yu da yakında bir yere
araçlarını park edip uzaktan kumandalı patlayıcı ile öldürdüler.
Hem PKK'nın hem de JİTEM'in itirafçısı Aygan
Abdülkadir Aygan 1958'de Şanlıurfa'nın Suruç ilçesine bağlı
Uzunhıdır köyünde doğdu. Annesinin babası Seyid Ahmet Keser,
Abdullah Öcalan'ın babası Ömer Öcalan'ın kuzeni. Örgüte 1978'de
katılan Aygan, "Ben hem PKK'nın hem de JİTEM'in itirafçısıyım. Ama
hain değilim, kendimi hain hissetmiyorum. Çünkü hainlerin
yaptıklarını açıkladım" diyor. Aygan 1985'te Siirt'teki Hürmüz
Mezrası baskınından önce güvenlik güçlerine teslim oldu. Bir süre
cezaevinde kaldı. 1990'da Ersever'in aracılığıyla JİTEM'e girdi. Pek
çok faili meçhul cinayete tanık oldu. Kimisinde rol aldı, ancak
bizzat rol aldığı olayları anlatmıyor. 1999'da JİTEM'den ayrıldı.
2003'te İsveç'e yerleşti. PKK'ya yakın yayın organlarında
itiraflarının bir kısmı yayınlandı. Aygan, son olarak Jİ- TEM'deki
faaliyetlerini anlattığı kitabını Almanya'da Nasname sitesinin
editörü Şükrü Gülmüş'ün yayınevinde bastırdı. Ancak kitap Türkiye'de
yayınlanmadı. Aygan, "Çapraz Ateş" adlı bu kitabında Türkiye'de
varlığı resmen kabul edilmeyen JİTEM'le ilgili pek çok önemli
bilgiyi ifşa ediyor.
Görev yaptığı dönemde faili meçhuller arttı
Ahmet Cem Ersever 1950'de Erzurum'da doğdu. Harp Okulu'ndan 1972'de
mezun oldu. 1980'li yılların başından itibaren Doğu ve Güneydoğu'da
PKK'ya karşı mücadelede aktif rol aldı. Aygan'ın verdiği bilgiye
göre 1985'te Siirt'te JİTEM'in çekirdek unsurlarını oluşturdu.
1990'da JİTEM Diyarbakır Grup Komutanı iken itirafçıları çevresine
topladı. Bu dönemden sonra bölgede faili meçhuller arttı. Binbaşı
iken JİTEM Gruplar Komutanı olarak Ankara'ya tayin edildi. 1993'te
arkadaşlarıyla birlikte JİTEM'den istifa etti. Bir dönem, "terör
temizliği yaptığı" düşüncesiyle adının baş harflerinden türetilen
"ACE" kod adını kullandı. Öldürülmeden önce Aydınlık dergisinden
Soner Yalçın'a önemli açıklamalarda bulundu. 1993 kasımında Ersever,
itirafçı Mustafa Deniz ve sevgilisinin cesetleri Ankara çıkışında üç
ayrı bölgede bulundu.
SABAH
Webmaster
25. Ağustos 2008
►HİZBULLAH’IN BAŞARI ÖYKÜSÜ ( M Ali Nur )◄
Hizbullah,
Lübnan’da sadece askeri faaliyet yürütmüyordu. Bir yandan yoğun
bir şekilde siyasi faaliyetler yanında sosyal faaliyetler
yürütürken, diğer yandan da askeri eğitim ve eylemlerini
yürütüyordu. Halen de bu özelliğini muhafaza etmektedir. Fakir
Lübnan halkına yardım amacıyla çok sayıda kurum, kuruluş ve
işletmeler açmıştır.
Hastane, klinik,
okul, yardım dernekleri gibi. Lübnan içinde yürüttüğü siyasi
faaliyet ve sosyal etkinliklerle halkın hamiliğini yapmış,
onlara sahip çıkmış ve aynı zamanda bilinçlendirmiştir. Lübnan
içindeki diğer oluşum, grup ve örgütlere karşı seviyeli hareket
etmiş, hiçbir zaman onları hedef edinmemiş ve ilişkilerinde
yapıcı davranmıştır. Dolayısıyla halk içinde ciddi taraftar
bulmuştur. Lübnan dışında ise başta İsrail olmak üzere, onun
hamiliğini yapan ABD ve diğer dış güçlere karşı askeri yapısını
sürekli güçlendirmiş, kuruluş amacındaki üç şarttan biri olan
“düşman unsurlarla yüzyüze gelmek”ten hiç çekinmemiş ve sürekli
eylemler tertiplemiştir. Öyle ki; siyasi faaliyetlerine bakan
kişi, Hizbullah’ın sadece siyasi faaliyetleri esas alan bir
hareket olduğunu düşünecek, sosyal yardım faaliyetlerine ve
etkinliklerine bakan kişi, Hizbullah’ın sadece sosyal
faaliyetleri esas alan bir hareket olduğunu düşünecek, askeri
faaliyetlerine bakan kişi, Hizbullah’ın sadece askeri
faaliyetleri esas alan bir hareket olduğunu düşünecek derecede
bu üç alanı da yoğun ve etkin bir şekilde yürütmüş ve halen de
yürütmektedir. Aynı zamanda yaptığı faaliyetleri kazanımlara
dönüştürmeyi ihmal etmemiş, Lübnan’daki tabloyu açıklamak,
aleyhteki oyun ve tuzakları bozmak ve haklılığını gözler önüne
sermek için yerel ve uluslar arası basınla temas kurmayı, yine
yerel ve bölgesel siyasi güçlerle görüşmelerde bulunmayı
çalışmalarının bir parçası haline getirmiştir.
1998 yılına
gelindiğinde, Lübnan son derece karışıklık yaşamaktaydı. Lübnan
iç savaşının sosyal ve siyasal alandaki olumsuz etkileri ve
İsrail işgali halkı birbirinden uzaklaştırmıştı. Doğu ve Batı
olarak iki coğrafi bölgede Müslümanlar ile Hıristiyanlar
şeklinde ayrışmalar olmuştu. Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanı
Emin Cemayel, gelenekleri hiçe sayarak ordu komutanı general
Mişel Avn’ı hükümet kurmakla görevlendirince, Başbakan Selim
el-Hos da Batı Beyrut’ta hükümetin başı olarak görevine devam
ederek Cumhurbaşkanının hareketini yasaya aykırı ilan etti.
Böylece Lübnan fiilen ikiye ayrılmış oldu. Bu sorunun çözümü
için S.Arabistan’ın Taif şehrinde yürütülen çabalarla anlaşma
sağlanmıştı. Taif anlaşması diye bilinen bu anlaşmayla, kısaca
Lübnan’daki iç savaş son bulmuş, siyasal sistemin yapısı ve üçlü
başkanlık sisteminin yetkileriyle ilgili anayasal düzenlemeler
yapılmıştı.
Hizbullah’ın
Lübnan’da giderek güçlenmesi ve İsrail’in karşısına zorlu bir
direniş olarak çıkması karşısında, gerek içerde Lübnan devlet
yetkilileri ve gerekse dışarıda İsrail, ABD, AB ve Arap
devletleri ısrarla Hizbullah’ın silahtan arındırılmasını
istediler ve bir çok yolla dayatmada bulundular. Taif
anlaşmasında da başta Hizbullah olmak üzere, Lübnan’daki bütün
silahlı grupların silahlarını bırakması öngörülmüştü. Ancak
bütün bu iç ve dış çabalara ve dayatmalara rağmen Hizbullah
silahı bırakmadı, neye mal olursa olsun direnmeye karar verdi.
Çünkü silahı bıraktığı an, içerde sürdürdüğü siyasi faaliyet ve
sosyal yardımlar da bundan etkilenecek, gücü zayıflayacak ve
kontrol edilebilir bir hale gelecekti. Aynı zamanda kuruluş
amacındaki şarta da uymamış olacaktı. Hizbullah bunun
bilincindeydi ve silah bırakmayı, direnişin kırılma noktası
olarak görüyordu.
Hizbullah’ın
cesaretli, kararlı ve girişken tavırlarını kendinde harmanlayan
Abbas Musavi Mayıs 1991 yılında genel sekreterliğe seçilince,
İsrail büsbütün raydan çıktı. Daha bir senesi dolmadan 16 Şubat
1992 yılında şehit mezarlığı ziyareti dönüşünde arabası İsrail
uçakları tarafından vuruldu, kendisi, eşi ve küçük oğlu Hüseyin
birlikte şehit oldular.
Ancak Abbas
Musavi’nin şehadeti, Hizbullah’ın direniş faaliyetlerinde yeni
bir sayfa da açmış oldu. Bu olayın ardından Hizbullah, ilk kez
işgal altındaki Filistin’in Kuzey kesiminde bulunan Yahudi
yerleşim yerlerine Katyuşa füzeleriyle saldırıda bulundu. Bunlar,
suikasta karşı bir tepkinin ifadesiydi.