Kudüs, son dört
bin yıl boyunca yer küresinin en fazla maceralara sahne olan
şehirlerinden biridir. Kudüs’ün şöhreti, Hz. Musa’nın (as) bu
şehri Tevhid dininin merkezi haline getirmek için diktatörlerin
elinden almaya çalıştığı zamanlara kadar uzanır. İmanları zayıf
İsrailoğulları’nın Hz. Musa’nın emrine uymamalarıyla Kudüs’ün
fethi gerçekleşememişti. Hz. Musa’nın ilk halifesi Yuşa’ bin
Nun, kâmil iman sahibi küçük bir grup Mü’minle Kudüs’ü fethetti.
Bu tarihten sonra Kudüs, uzun süre Tevhid dininin merkezi oldu.
İsrailoğulları’nın Allah’ın hükümlerini tahrif etmeleri ve
fesada bulaşmaları üzerine milattan önce 560 yılında Kudüs’ün
üzerine yürüyen Babil kralı, şehir halkından on binlercesini
kılıçtan geçirdi. Geri kalanları köle olarak beraberinde Babil’e
götürdü. Babil’de köle hayatı yaşayan Yahudiler, uzun yıllar
sonra Fars kralının Babil’i ele geçirmesiyle Kudüs’e geri
döndüler. Geri dönen Yahudiler, harap edilmiş Süleyman
tapınağını yeniden yaptırdılar.
Hz. İsa’nın
(as) peygamber olarak gönderilmesi üzerine Romalılarla el ele
veren Yahudiler Allah’ın peygamberine karşı şiddetli tepki
gösterdiler. Putperestlerle birlikte hareket edip Hz. İsa’ya
iman eden müminlere karşı terör estiriyorlardı. Hz. İsa’nın (as)
risaletinin ilk iki asrında, Allah’a iman edenlere karşı,
cinayet, fesat, bozgunculukla karşı koydular. Miladi 250 yılında
Rum kralının Hıristiyanlığı kabul etmesi üzerine yeni dini kabul
eden kralla safları ayrılan Yahudiler, ciddi bir direniş
gösteremeden Kudüs şehrini terk etmek zorunda kaldılar. Miladi
250’den 636’ye kadar Hıristiyanların elinde bulunan Kudüs’e
Yahudilerin girişleri yasaklanmıştı.
Aşkın,
tevhidin ve rahmetin peygamberi Hz. Muhammed (sav)’in
risaletiyle yeryüzü İslam’ın nuruyla aydınlanmış, zalimlerin
zulmü altında zor günler geçiren ezilenler akın akın İslam’a
koşmaya başlamışlardı. İslam’ın yayılması Hulefa-i Raşidin
zamanında devam etmiş, İslam’ın hâkimiyeti pek çok alana
yayılmıştı. Sıra Tevhid dininin beşiği olan peygamberler şehri
Kudüs’e gelmişti. Hz. Ömer’in (ra) halifeliği zamanında İslam
ordusu Kudüs şehrini kuşattı. Şehrin savunması zayıf olduğu
halde kuşatma bir müddet devam etmişti. Halife, kan dökülmeden
şehrin ele geçirilmesini istediğinden, İslam ordusu doğrudan bir
saldırıya girişmek istemiyordu. O güne kadar on altı kez
katliamdan geçirilen Kudüs halkının bir kez daha kılıçtan
geçirilmesi ve halkının acı çekmesi istenmiyordu. Ordu komutanı
halifeye mektup yazıp kan dökülmeden Kudüs’ün fethinin mümkün
olamayacağını bildirdi. Bunun üzerine halife Kudüs’e doğru
harekete geçti. Beyt’ul Mukaddes’te bulunan Rum büyükleri,
Müslümanların halifesinin Kudüs’ün fethi için gelmekte olduğunu
duyunca korkuya kapıldılar. Ciddi bir direniş göstermeden şehrin
kapılarını açtılar. Hz. Ömer, şehrin ileri gelenleriyle
müzakerelerde bulundu. Müzakereler üzerine önemli bazı maddeleri
aşağıda zikredilen anlaşmaya vardılar:
1- Müslümanlar,
Hıristiyanların kilise, İncil ve haçlarının emniyette olduğuna
taahhüt edecekler. Burada emniyet içerisinde yaşayan
Hıristiyanlar Müslümanlara her yıl cizye ödeyecekler.
2- Kudüs’te
kalmak istemeyen Hıristiyanlar, mal varlıklarından istediklerini
beraberlerine alıp istedikleri yerlere gitme hakkına
sahiptirler.
3- Maddelerden
ilginci ise, Hıristiyanların ricası üzerine Müslümanların,
Yahudilerin Beyt’ul Mukaddes’e ikamelerini yasaklamalarıydı.
Hıristiyanlar, Yahudilerin İslam’ın lütfünden ve merhametinden
istifade ederek Kudüs’e dönüp fitne ve fesat çıkaracaklarından
korkuyorlardı.
Kudüs’ün
kapılarının açılmasıyla şehirde dolaşmaya başlayan halife ikindi
namazının vakti girdiğini fark eder. Yanındakilerle birlikte
namaz kılmak için içinde bulunduğu kiliseden dışarı çıkar.
Durumu müşahede eden kilise görevlileri: “Ey Müslümanların
halifesi! Hepimiz bir olan Allah’a inanıyoruz. Burası da Allah’a
ibadet yeridir. Burada namaz kılabilirsiniz” dediler. Bu teklifi
kabul etmeyen Hz. Ömer (ra) namazını kilisenin dışındaki boş bir
arazide kıldı. Yeniden kiliseye dönünce keşişlerin bu
hareketinden hoşlanmadığını fark etti. Onlara seslenip:
“Anlaşmada kilisenizin sağlam kalacağını yazmıştık. Burada namaz
kılsaydım, bu kilise halifenin namaz kıldığı yer olacaktı.
Gelecek Müslüman nesiller, halife burada namaz kıldığı için
kiliseyi harap edeceklerdi. Sizin kilisenizin temellerinin
yıkılmasını imzalamak istemedim” dedi.
Burada namaz
kılan halifenin hatırına Beyt’ul Mukaddes’ten elli metre
uzaklıkta, Kıyamet kilisesinin yanında Hz. Ömer mescidi inşa
edildi. Bu mescidi tahrip etmek isteyen Yahudiler 20 yıl önce
yangın çıkarıp mescidin bir bölümünü yaktılar.
Hicri beşinci
asırda büyük papanın fetvasıyla İtalya, Fransa ve İngiltere
ordularından müteşekkil Haçlı ordusu Müslümanlara savaş açtı.
Deniz yoluyla Lazkiye limanına gelen Haçlılar burayı ele
geçirdiler. Ardından Hayfa limanını işgal edip Kudüs’ü
kuşattılar. 1099 yılında Mescidi Aksa’yı kuşatıp şehir
sakinlerini kılıçtan geçirdiler. Müslümanların birbirleriyle
uğraştığı, ümmetin ihtilaflardan dolayı zayıf düştüğü bu dönemde
Kudüs’ü düşmanın elinden kurtaracak ciddi bir girişim olmadı.
Kudüs, bu günkü gibi bir asrını zalimlerin paslı kılıçları
altında inleyerek geçirdi.
Kürdistan’ın
tanınmış ailelerinden Nurettin Mahmut Zengi, kabileleri dolaşıp
Mü’min ve muttaki insanlardan küçük bir ordu oluşturdu.
Etrafında topladığı silahlı gücüyle Şam’ın üzerine yürüyen
Nurettin Mahmut, burayı ele geçirdi. Ardından Fatımilerin
üzerine yürüyüp Mısır’ı fethetti. Tahtını kardeşinin oğlu
Selahattin Yusuf bin Eyyub’a terk eden Nurettin Mahmut Zengi,
bir müddet sonra hayata veda etti. Kudüs’ün esareti Selahattin’i
yürekten yakıyordu. Ne pahasına olursa olsun bu İslam şehrinin
kurtarılması gerektiğini düşünen Selahattin, Mısır ve Şam’da
topladığı orduyla Kudüs’ün üzerine yürüdü. Kudüs’ü özgürleştirip
burada hutbe okutmak için tahtadan yaptırdığı minberi de
beraberinde götürdü. Ordusundan minberi beraberinde
getirmelerini isterken; “Kudüs’te bu minberin üzerinde hutbe
okumaya yemin içtim” diyerek kararlılığını ifade ediyordu. İslam
ordusu Kudüs’ü kuşatınca, şehrin yöneticilerinden birinin
Selahattin’e gönderdiği mektupta; “Kudüs’ü hiçbir zaman ele
geçiremezsin. Aksine seni yenip rezil ve rüsva edeceğiz. Seni
Medine’ye kadar takip edip, Medine’yi de elimize geçireceğiz.
Muhammed Peygamberi kabrinden dışarı çıkarıp kemiklerini
yakacak, Muhammed’in cesediyle neler neler yapacağız” şeklinde
ağır tehdit ve hakaretler yazılıydı.
Mektubu okuyan
Selahattin’in tüyleri diken diken olmuştu. Gözlerinden harıl
harıl yaşlar akıyordu. “Allah’ın salat ve selamı senin üzerine
olsun ey Allah’ın Resulü! Kimseyi öldürmemeye ve kimsenin kanını
akıtmamaya karar vermiştim. Allah’a yemin olsun ki bu mektubu
yazanı mutlaka öldürmeli, kafasını koparmalıyım” dedi.
Selahattin’in ordusu ciddi bir şekilde yüklenince Kudüs’ü
savunanlar fazla direniş gösteremeden teslim oldular. İleri
gelenlerle barış anlaşması imzalayan Selahattin, Allah’ın
Resulü’ne (sav) hakaretler yapan şahsın dışındakilerin hepsini
affetti. Üzerine haç yerleştirilen Mescid-i Aksa’nın ve
Kubbetus-Sahra’nın temizlenmesini istedi. Sarığını başından
çıkarıp, mescidin içindeki çöpleri sarığıyla dışarı attı. Mescit
temizlendikten sonra Müslümanlara namaz kıldıran Selahattin,
daha önce Kudüs’te hutbe okutmak yaptırdığı minbere çıkıp
hutbesini okudu. Selahattin’in hutbesi, bu günkü gibi yüz yirmi
yıl zalim nefeslerin kokuşmuşluğu altında esaret hayatı yaşayan
kutsal şehirde okunan ilk hutbeydi. Allah’ın verdiği zafere,
uzun süre mazlum kalmış şehre ve kutsallara kavuşmanın şükrünün
eda edildiği hutbeden sonra şehrin eski ileri gelenlerine
seslenen Selahattin, değerlerine hakaretler yağdıran o çirkin
mektubu yazan şahsın getirilmesini istedi. Mektubu yazan şahıs
getirilince: “Muhammed’in Allah’ına yemin ederim ki hiç kimsenin
kanını dökmek istemiyordum. Ancak senin mektubun o kadar utanç
vericiydi ki onun cezası olamayacak derecede hafif olan ölüme
çarptırılman gerekiyor” dedi. Bu tarihten sonra Kudüs, 1917
yılına kadar Müslümanların elinde kaldı.
Birinci dünya
savaşından son İslam dünyası yeryüzün şeytanları olan büyük
güçlerin önünde teslim bayrağı çekince Yahudiler, bir kere daha
Filistin’i gasp ettiler. Bu seferki işgal eski ve derinlerden
gelen arzunun gerçekleşmesine yönelikti. Sömürgelerin kitabını
yazan ve şeytanlığıyla şeytanlara pabuçlarını ters giydiren
İngiltere, Avrupa’nın başına bela olmuş Yahudileri uzaklaştırmak
amacıyla işgal altında tuttuğu Filistin’i 1917 ile 1948 yılları
arasında Yahudilere vatan olarak hazırlamaya çalıştı.
Hazırlıkların tamamlanmasıyla işgalci ve gasıp Siyonist devlet
ilan edildi. Beyt’ül Mukaddes’in bulunduğu Mescidi Aksa’yı da
kapsayan eski Kudüs Ürdün’ün kontrolünde bulunurken, devlet
daireleri ile yeni inşa edilen yerleri içine alan Yeni Kudüs ise
Yahudilere peşkeş çekildi. Nihayetinde 1967 yılında Kudüs’ün
tümü Yahudiler tarafından işgal edildi.
Dünya haber
kaynaklarının Kudüs’ün işgali sırasında görüntüsünü verdikleri
Yahudi bir pilotun davranışları düşündürücüdür. Fantom uçağından
inen pilot cebinden Tevrat’ı çıkarıp öpüyor ve tekrar cebine
koyuyor, İbranice diliyle şunları dile getiriyordu: “Allah’ım!
2000 yıl sonra bizi vaat edilmiş topraklara döndürdüğün için
sana şükrediyorum”
Siyonist
rejimin bütün çabası ezmek, yok etmek ve tamamıyla inkâr
etmektir. Bu rejimin eski dışişleri bakanlarından Gold Mayır
Birleşmiş Milletlerde bulunduğu sırada büyük bir topluluk
içerisinde kendisinden “Filistin ve Filistinliler hakkında ne
tür projeleriniz var? Filistin’’de yerleşik bulunan Arap’ların
hukuku hakkında ne düşünüyorsunuz? Yahudi kadın bakan sorulara
sinirlenip; “Topraklarımızda Filistin isminde bir yer yok. Siz
bulunmayan bir ülkeden ve insanlarından bahsediyorsunuz. Ülkemiz
kutsal İsrail’de Arap olarak bilinen kimse yaşamıyor. Biz halis
olarak Yahudi’yiz” diye cevapladı.
Milattan önce
333 yılında Filistin’i ele geçiren İskender’den sonra
Yahudilerin bu topraklardaki hâkimiyetine rastlamak mümkün
değil. Yunanlılardan sonra Mısır’ın, onlardan sonra da milattan
önce 63 yılında Rumların eline geçen Kudüs, 636 yılında
Müslümanların kontrolüne geçti. 2500 yıldır bu topraklarda
hiçbir hâkimiyetleri olmayan Yahudiler “Vaat edilmiş topraklar”
safsatasıyla yüzlerce yıldır Müslüman Filistin halkının elinde
bulunan toprakları zorla işgal etmiş, bu toprakların
sahiplerinin büyük bir kısmını silah zoruyla ülkelerinden
sürmüş, diğerlerini de 60 yıldır en şiddetli zulümlerle yüz yüze
bırakmıştır.
Kudüs, yeryüzü
Müslümanlarının yeniden meydanlara inip direniş saflarına
katılmalarının ve yüzlerce yıllık çürümüşlüğe son veren
“Lebbeyk” feryadını haykırmalarının adıdır. Kudüs, günümüzün
Hüseyinlerinin Kerbela kıyamıdır. Kudüs, ümmetin diriliş
destanları yazmaya başladığı, insanlığın yüzlerce yıldır
arzusuyla kavrulduğu İslam medeniyetini yeniden inşa merkezidir.
Ramazan’ın son cuması Dünya Kudüs günü, aynı zamanda dünya
mazlumlarının zalim ve diktatörlere karşı kıyama durmalarının ve
ayağa kalkışlarının bütün tarihe ve bütün zamana haykırılmasıdır.
Kudüs günü, cihada çıkışın, kutsal kavgaya tutuşmanın, onurluca
yaşamanın adıdır. Kudüs, imanla yoğrulmuş gönüllerin, millet,
mezhep ve meşrep parçalanmışlığından sıyrılarak tevhid bayrağı
altında bir araya gelmesinin, vahdete bürünerek kaybedilmiş
kalelere yürümenin, tevhid bayrağını bütün kalelere, bütün
saraylara ve bütün yeryüzü coğrafyasına dikip bütün cihanı
Allah’ın rengiyle boyamanın sırrıdır. Kudüs, yeryüzü insanlığına
insanca yaşamayı öğreten Muhammed (sav) ümmetinin namusudur. Bu
kutsal kentin, yani ümmetin izzet, şeref ve namusunun
kurtarılacağı gün gelmiştir. Bugün gayretli Müslümanların
meydanlara yürüyeceği ve yiğitliğin ortaya konacağı gündür.
Bugün İslam ümmetinin günü, yani Kudüs günüdür…
Yüreği Kudüs’le
çarpan ve bu kutsal şehrin özgürlüğü için fedakârlıklarda
bulunanlara selam olsun.
Abdullah Şafak |