Haber Yorum5

►Sitemize Hoşgeldiniz◄

'' وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُون ''

'' İzzet Allah'ındır, O'nun Peygamber'inin ve bütün müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler. ''( Münâfikûn Suresi Ayet 8 )

►KUDÜS / ABDULLAH ŞAFAK◄

Kudüs, son dört bin yıl boyunca yer küresinin en fazla maceralara sahne olan şehirlerinden biridir. Kudüs’ün şöhreti, Hz. Musa’nın (as) bu şehri Tevhid dininin merkezi haline getirmek için diktatörlerin elinden almaya çalıştığı zamanlara kadar uzanır. İmanları zayıf İsrailoğulları’nın Hz. Musa’nın emrine uymamalarıyla Kudüs’ün fethi gerçekleşememişti. Hz. Musa’nın ilk halifesi Yuşa’ bin Nun, kâmil iman sahibi küçük bir grup Mü’minle Kudüs’ü fethetti. Bu tarihten sonra Kudüs, uzun süre Tevhid dininin merkezi oldu. İsrailoğulları’nın Allah’ın hükümlerini tahrif etmeleri ve fesada bulaşmaları üzerine milattan önce 560 yılında Kudüs’ün üzerine yürüyen Babil kralı, şehir halkından on binlercesini kılıçtan geçirdi. Geri kalanları köle olarak beraberinde Babil’e götürdü. Babil’de köle hayatı yaşayan Yahudiler, uzun yıllar sonra Fars kralının Babil’i ele geçirmesiyle Kudüs’e geri döndüler. Geri dönen Yahudiler, harap edilmiş Süleyman tapınağını yeniden yaptırdılar.

Hz. İsa’nın (as) peygamber olarak gönderilmesi üzerine Romalılarla el ele veren Yahudiler Allah’ın peygamberine karşı şiddetli tepki gösterdiler. Putperestlerle birlikte hareket edip Hz. İsa’ya iman eden müminlere karşı terör estiriyorlardı. Hz. İsa’nın (as) risaletinin ilk iki asrında, Allah’a iman edenlere karşı, cinayet, fesat, bozgunculukla karşı koydular. Miladi 250 yılında Rum kralının Hıristiyanlığı kabul etmesi üzerine yeni dini kabul eden kralla safları ayrılan Yahudiler, ciddi bir direniş gösteremeden Kudüs şehrini terk etmek zorunda kaldılar. Miladi 250’den 636’ye kadar Hıristiyanların elinde bulunan Kudüs’e Yahudilerin girişleri yasaklanmıştı.

Aşkın, tevhidin ve rahmetin peygamberi Hz. Muhammed (sav)’in risaletiyle yeryüzü İslam’ın nuruyla aydınlanmış, zalimlerin zulmü altında zor günler geçiren ezilenler akın akın İslam’a koşmaya başlamışlardı. İslam’ın yayılması Hulefa-i Raşidin zamanında devam etmiş, İslam’ın hâkimiyeti pek çok alana yayılmıştı. Sıra Tevhid dininin beşiği olan peygamberler şehri Kudüs’e gelmişti. Hz. Ömer’in (ra) halifeliği zamanında İslam ordusu Kudüs şehrini kuşattı. Şehrin savunması zayıf olduğu halde kuşatma bir müddet devam etmişti. Halife, kan dökülmeden şehrin ele geçirilmesini istediğinden, İslam ordusu doğrudan bir saldırıya girişmek istemiyordu. O güne kadar on altı kez katliamdan geçirilen Kudüs halkının bir kez daha kılıçtan geçirilmesi ve halkının acı çekmesi istenmiyordu. Ordu komutanı halifeye mektup yazıp kan dökülmeden Kudüs’ün fethinin mümkün olamayacağını bildirdi. Bunun üzerine halife Kudüs’e doğru harekete geçti. Beyt’ul Mukaddes’te bulunan Rum büyükleri, Müslümanların halifesinin Kudüs’ün fethi için gelmekte olduğunu duyunca korkuya kapıldılar. Ciddi bir direniş göstermeden şehrin kapılarını açtılar. Hz. Ömer, şehrin ileri gelenleriyle müzakerelerde bulundu. Müzakereler üzerine önemli bazı maddeleri aşağıda zikredilen anlaşmaya vardılar:

1- Müslümanlar, Hıristiyanların kilise, İncil ve haçlarının emniyette olduğuna taahhüt edecekler. Burada emniyet içerisinde yaşayan Hıristiyanlar Müslümanlara her yıl cizye ödeyecekler.

2- Kudüs’te kalmak istemeyen Hıristiyanlar, mal varlıklarından istediklerini beraberlerine alıp istedikleri yerlere gitme hakkına sahiptirler.

3- Maddelerden ilginci ise, Hıristiyanların ricası üzerine Müslümanların, Yahudilerin Beyt’ul Mukaddes’e ikamelerini yasaklamalarıydı. Hıristiyanlar, Yahudilerin İslam’ın lütfünden ve merhametinden istifade ederek Kudüs’e dönüp fitne ve fesat çıkaracaklarından korkuyorlardı.

Kudüs’ün kapılarının açılmasıyla şehirde dolaşmaya başlayan halife ikindi namazının vakti girdiğini fark eder. Yanındakilerle birlikte namaz kılmak için içinde bulunduğu kiliseden dışarı çıkar. Durumu müşahede eden kilise görevlileri: “Ey Müslümanların halifesi! Hepimiz bir olan Allah’a inanıyoruz. Burası da Allah’a ibadet yeridir. Burada namaz kılabilirsiniz” dediler. Bu teklifi kabul etmeyen Hz. Ömer (ra) namazını kilisenin dışındaki boş bir arazide kıldı. Yeniden kiliseye dönünce keşişlerin bu hareketinden hoşlanmadığını fark etti. Onlara seslenip: “Anlaşmada kilisenizin sağlam kalacağını yazmıştık. Burada namaz kılsaydım, bu kilise halifenin namaz kıldığı yer olacaktı. Gelecek Müslüman nesiller, halife burada namaz kıldığı için kiliseyi harap edeceklerdi. Sizin kilisenizin temellerinin yıkılmasını imzalamak istemedim” dedi.

Burada namaz kılan halifenin hatırına Beyt’ul Mukaddes’ten elli metre uzaklıkta, Kıyamet kilisesinin yanında Hz. Ömer mescidi inşa edildi. Bu mescidi tahrip etmek isteyen Yahudiler 20 yıl önce yangın çıkarıp mescidin bir bölümünü yaktılar.

Hicri beşinci asırda büyük papanın fetvasıyla İtalya, Fransa ve İngiltere ordularından müteşekkil Haçlı ordusu Müslümanlara savaş açtı. Deniz yoluyla Lazkiye limanına gelen Haçlılar burayı ele geçirdiler. Ardından Hayfa limanını işgal edip Kudüs’ü kuşattılar. 1099 yılında Mescidi Aksa’yı kuşatıp şehir sakinlerini kılıçtan geçirdiler. Müslümanların birbirleriyle uğraştığı, ümmetin ihtilaflardan dolayı zayıf düştüğü bu dönemde Kudüs’ü düşmanın elinden kurtaracak ciddi bir girişim olmadı. Kudüs, bu günkü gibi bir asrını zalimlerin paslı kılıçları altında inleyerek geçirdi.

Kürdistan’ın tanınmış ailelerinden Nurettin Mahmut Zengi, kabileleri dolaşıp Mü’min ve muttaki insanlardan küçük bir ordu oluşturdu. Etrafında topladığı silahlı gücüyle Şam’ın üzerine yürüyen Nurettin Mahmut, burayı ele geçirdi. Ardından Fatımilerin üzerine yürüyüp Mısır’ı fethetti. Tahtını kardeşinin oğlu Selahattin Yusuf bin Eyyub’a terk eden Nurettin Mahmut Zengi, bir müddet sonra hayata veda etti. Kudüs’ün esareti Selahattin’i yürekten yakıyordu. Ne pahasına olursa olsun bu İslam şehrinin kurtarılması gerektiğini düşünen Selahattin, Mısır ve Şam’da topladığı orduyla Kudüs’ün üzerine yürüdü. Kudüs’ü özgürleştirip burada hutbe okutmak için tahtadan yaptırdığı minberi de beraberinde götürdü. Ordusundan minberi beraberinde getirmelerini isterken; “Kudüs’te bu minberin üzerinde hutbe okumaya yemin içtim” diyerek kararlılığını ifade ediyordu. İslam ordusu Kudüs’ü kuşatınca, şehrin yöneticilerinden birinin Selahattin’e gönderdiği mektupta; “Kudüs’ü hiçbir zaman ele geçiremezsin. Aksine seni yenip rezil ve rüsva edeceğiz. Seni Medine’ye kadar takip edip, Medine’yi de elimize geçireceğiz. Muhammed Peygamberi kabrinden dışarı çıkarıp kemiklerini yakacak, Muhammed’in cesediyle neler neler yapacağız” şeklinde ağır tehdit ve hakaretler yazılıydı.

Mektubu okuyan Selahattin’in tüyleri diken diken olmuştu. Gözlerinden harıl harıl yaşlar akıyordu. “Allah’ın salat ve selamı senin üzerine olsun ey Allah’ın Resulü! Kimseyi öldürmemeye ve kimsenin kanını akıtmamaya karar vermiştim. Allah’a yemin olsun ki bu mektubu yazanı mutlaka öldürmeli, kafasını koparmalıyım” dedi. Selahattin’in ordusu ciddi bir şekilde yüklenince Kudüs’ü savunanlar fazla direniş gösteremeden teslim oldular. İleri gelenlerle barış anlaşması imzalayan Selahattin, Allah’ın Resulü’ne (sav) hakaretler yapan şahsın dışındakilerin hepsini affetti. Üzerine haç yerleştirilen Mescid-i Aksa’nın ve Kubbetus-Sahra’nın temizlenmesini istedi. Sarığını başından çıkarıp, mescidin içindeki çöpleri sarığıyla dışarı attı. Mescit temizlendikten sonra Müslümanlara namaz kıldıran Selahattin, daha önce Kudüs’te hutbe okutmak yaptırdığı minbere çıkıp hutbesini okudu. Selahattin’in hutbesi, bu günkü gibi yüz yirmi yıl zalim nefeslerin kokuşmuşluğu altında esaret hayatı yaşayan kutsal şehirde okunan ilk hutbeydi. Allah’ın verdiği zafere, uzun süre mazlum kalmış şehre ve kutsallara kavuşmanın şükrünün eda edildiği hutbeden sonra şehrin eski ileri gelenlerine seslenen Selahattin, değerlerine hakaretler yağdıran o çirkin mektubu yazan şahsın getirilmesini istedi. Mektubu yazan şahıs getirilince: “Muhammed’in Allah’ına yemin ederim ki hiç kimsenin kanını dökmek istemiyordum. Ancak senin mektubun o kadar utanç vericiydi ki onun cezası olamayacak derecede hafif olan ölüme çarptırılman gerekiyor” dedi. Bu tarihten sonra Kudüs, 1917 yılına kadar Müslümanların elinde kaldı.

Birinci dünya savaşından son İslam dünyası yeryüzün şeytanları olan büyük güçlerin önünde teslim bayrağı çekince Yahudiler, bir kere daha Filistin’i gasp ettiler. Bu seferki işgal eski ve derinlerden gelen arzunun gerçekleşmesine yönelikti. Sömürgelerin kitabını yazan ve şeytanlığıyla şeytanlara pabuçlarını ters giydiren İngiltere, Avrupa’nın başına bela olmuş Yahudileri uzaklaştırmak amacıyla işgal altında tuttuğu Filistin’i 1917 ile 1948 yılları arasında Yahudilere vatan olarak hazırlamaya çalıştı. Hazırlıkların tamamlanmasıyla işgalci ve gasıp Siyonist devlet ilan edildi. Beyt’ül Mukaddes’in bulunduğu Mescidi Aksa’yı da kapsayan eski Kudüs Ürdün’ün kontrolünde bulunurken, devlet daireleri ile yeni inşa edilen yerleri içine alan Yeni Kudüs ise Yahudilere peşkeş çekildi. Nihayetinde 1967 yılında Kudüs’ün tümü Yahudiler tarafından işgal edildi.

Dünya haber kaynaklarının Kudüs’ün işgali sırasında görüntüsünü verdikleri Yahudi bir pilotun davranışları düşündürücüdür. Fantom uçağından inen pilot cebinden Tevrat’ı çıkarıp öpüyor ve tekrar cebine koyuyor, İbranice diliyle şunları dile getiriyordu: “Allah’ım! 2000 yıl sonra bizi vaat edilmiş topraklara döndürdüğün için sana şükrediyorum”

Siyonist rejimin bütün çabası ezmek, yok etmek ve tamamıyla inkâr etmektir. Bu rejimin eski dışişleri bakanlarından Gold Mayır Birleşmiş Milletlerde bulunduğu sırada büyük bir topluluk içerisinde kendisinden “Filistin ve Filistinliler hakkında ne tür projeleriniz var? Filistin’’de yerleşik bulunan Arap’ların hukuku hakkında ne düşünüyorsunuz? Yahudi kadın bakan sorulara sinirlenip; “Topraklarımızda Filistin isminde bir yer yok. Siz bulunmayan bir ülkeden ve insanlarından bahsediyorsunuz. Ülkemiz kutsal İsrail’de Arap olarak bilinen kimse yaşamıyor. Biz halis olarak Yahudi’yiz” diye cevapladı.

Milattan önce 333 yılında Filistin’i ele geçiren İskender’den sonra Yahudilerin bu topraklardaki hâkimiyetine rastlamak mümkün değil. Yunanlılardan sonra Mısır’ın, onlardan sonra da milattan önce 63 yılında Rumların eline geçen Kudüs, 636 yılında Müslümanların kontrolüne geçti. 2500 yıldır bu topraklarda hiçbir hâkimiyetleri olmayan Yahudiler “Vaat edilmiş topraklar” safsatasıyla yüzlerce yıldır Müslüman Filistin halkının elinde bulunan toprakları zorla işgal etmiş, bu toprakların sahiplerinin büyük bir kısmını silah zoruyla ülkelerinden sürmüş, diğerlerini de 60 yıldır en şiddetli zulümlerle yüz yüze bırakmıştır.

Kudüs, yeryüzü Müslümanlarının yeniden meydanlara inip direniş saflarına katılmalarının ve yüzlerce yıllık çürümüşlüğe son veren “Lebbeyk” feryadını haykırmalarının adıdır. Kudüs, günümüzün Hüseyinlerinin Kerbela kıyamıdır. Kudüs, ümmetin diriliş destanları yazmaya başladığı, insanlığın yüzlerce yıldır arzusuyla kavrulduğu İslam medeniyetini yeniden inşa merkezidir. Ramazan’ın son cuması Dünya Kudüs günü, aynı zamanda dünya mazlumlarının zalim ve diktatörlere karşı kıyama durmalarının ve ayağa kalkışlarının bütün tarihe ve bütün zamana haykırılmasıdır. Kudüs günü, cihada çıkışın, kutsal kavgaya tutuşmanın, onurluca yaşamanın adıdır. Kudüs, imanla yoğrulmuş gönüllerin, millet, mezhep ve meşrep parçalanmışlığından sıyrılarak tevhid bayrağı altında bir araya gelmesinin, vahdete bürünerek kaybedilmiş kalelere yürümenin, tevhid bayrağını bütün kalelere, bütün saraylara ve bütün yeryüzü coğrafyasına dikip bütün cihanı Allah’ın rengiyle boyamanın sırrıdır. Kudüs, yeryüzü insanlığına insanca yaşamayı öğreten Muhammed (sav) ümmetinin namusudur. Bu kutsal kentin, yani ümmetin izzet, şeref ve namusunun kurtarılacağı gün gelmiştir. Bugün gayretli Müslümanların meydanlara yürüyeceği ve yiğitliğin ortaya konacağı gündür. Bugün İslam ümmetinin günü, yani Kudüs günüdür…

Yüreği Kudüs’le çarpan ve bu kutsal şehrin özgürlüğü için fedakârlıklarda bulunanlara selam olsun.

Abdullah Şafak

Webmaster           26. Eylül 2008

►Mısır polisi, 21 Müslüman Kardeşler üyesini tutukladı◄

Mısır polisi, Nil deltasında Şarkiya eyaletinde ülkedeki en büyük ve en etkili muhalefet grubu olan Müslüman Kardeşler'e üye 21 kişiyi tutukladı.

Müslümanlar Kardeşler ve güvenlik kaynaklarının bildirdiğine göre, polis İslami grup üyelerini Çarşamba gecesi Müslüman Kardeşler lideri ve eski parlamenter Seyid Abdül Hamid'in evinde tutukladı.

Müslüman Kardeşler yetkilileri, polisin bu ay içinde çeşitli baskınlarla yaklaşık 40 grup üyesini tutukladığını belirttiler.

Mısır hükümeti, ciddi bir siyasi rakip gördüğü Müslüman Kardeşleri yasa dışı ilan etti, ancak grup açıktan faaliyet gösteriyor ve parlamento seçimlerine bağımsız adaylarla katıldı. Müslüman Kardeşler 2005'te parlamento seçimlerinde toplam sandalye sayısının beşte birini elde etti.

Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek liderliğindeki Mısır hükümeti, Müslüman kardeşleri kendi iktidarları için gerçek bir tehdit olarak görüyor. Mübarek, 1981'den beri iktidarda.

Kaynak: Reuters

Webmaster           28. Ağustos 2008

Erzurum’da başlayan çile Bolu’da devam etti / Yorumsuz

Hiçbir sağlık sorunu yokken cezaevinde yakalandığı hepatit virüsünün kronikleşmesiyle acılı günler yaşamaya başlayan Yasin Demir, bugüne kadar tam 8 defa kronik hepatit B+D sağlık kurulu raporunu almasına rağmen gerekli tedavi yapılmayarak adeta ölüme terk edilmiş. Şimdi Ankara 2 Nolu F Tipi cezaevinde tutulan Demir, hastalığının sürekli ve bulaşıcı olması nedeniyle tek başına bir hücrede tutuluyor ve günden güne sağlık durumu kötüye gidiyor.


ZAFER KORKUT / İSTANBUL
Erzurum H-Tipi kapalı cezaevinde yakalandığı Hepatit B+D hastalığına gerekli tedavi yapılmadığı için günden güne durumu ağırlaşan Yasin Demir’in büyük bir dram yaşadığı ortaya çıktı. Tutulduğu Erzurum H-Tipi Kapalı cezaevinde yakalandığı sürekli hastalık nedeniyle Avukatı Sıddık Demir aracılığıyla (Anayasanın sürekli hastalığı olan mahkûmlara tanıdığı) aftan yararlanmak için Cumhurbaşkanlığına başvuran tutuklu Yasin Demir, sürekli hasta olduğuna dair aldığı 8 farklı rapora rağmen hâlâ cezaevinde tutuluyor. Demir’e gerekli tedavi uygulanmadığı için de sağlığı günden güne daha da kötüye gittiği bildirildi.

Üç yılda üç farklı kurum, aynı sonuçlar; ama yine de af yok

Yasin Demir, yaşadığı rahatsızlıklar nedeniyle 20.05.2003’te kaldırıldığı Atatürk Üniversitesi Süleyman Demirel Tıp Merkezi hastanesinde oluşturulan 8 kişilik heyet tarafından ‘Kronik Delta Hepatit’ teşhisi konarak, sürekli hastalık taşıdığına dair rapor düzenlendi. Sürekli hastalık taşımasına rağmen Yasin Demir bu şartlarda tutulmaya devam edildi. Bu durumun devam etmesi üzerine Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 25 Şubat 2004’te Yasin Demir’in sürekli hastalık taşıdığı için tam teşekküllü hastanesi olan bir ilin cezaevine sevk edilmesi gerektiğini belirterek Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığına durumu bildirdi. Ancak durumda bir değişiklik olmadı. Yasin Demir yine ölüme terk edilerek ilgisiz bırakıldı. Bunun üzerine 7 Şubat 2005’te tekrar Atatürk Üniversitesi Süleyman Demirel Tıp Merkezi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezine gönderilen Yasine Demir’e buradaki raporda da tekrar kronik Hepatit B+D teşhisi konularak, ‘hastanın bir yıl süreyle haftada 3 gün (10 mü interferon alfa 2 b) kullanması sağlığı açısından gereklidir’ raporu verildi. Ancak Yasin Demir’in çilesi yine devam etti.

Erzurum’da başlayan çile Bolu’da devam etti

Erzurum cezaevinde yakalandığı hepatit B+D virüsü nedeniyle aldığı üç ayrı rapora rağmen gerekli tedaviyi alamayıp durumu daha kötüye giden Yasin Demir, 2006 yılında Bolu F Tipi cezaevine nakledildi. Burada da gerekli tedaviyi almak için tam dört sefer müracaat eden Demir, bu sefer de 4 defa sürekli hastalık taşıdığına dair rapor aldı. Yasin Demir, 2006 yılında iki 2007 yılında da iki defa olmak üzere tam dört kez Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinden kronik hepatit B+D hastalığı taşıdığına dair rapor aldı.

Bakanlık müsteşarı hastalığı adeta gizliyor

Farklı tarihlerde farklı heyetler tarafından verilen sürekli hastalık taşıdığına dair raporlara rağmen Adalet Bakanlığı Müsteşarı Maksut Mete imzasıyla Bolu Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen tebligatta ise Yasin Demir’in hastalığı hakkında aldığı rapor çarpıtılarak adeta Anayasanın sürekli hastalara verdiği af hakkı engellenmek istenmiş. Bolu Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen tebligatta, Yasin Demir’in kronik hepatit B+D virüsü taşıdığı gizlenerek, “Yasin Demir’deki mevcut kronik akciğer rahatsızlığı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 104/ 2- b maddesinde yazılı (sürekli hastalık, sakatlık ve kocama hali) derecesinde bulunmadığı önerilen tedavisi ve diyetinin sağlanması, takiplerinin düzenli olarak yapılması gerektiğinin mutalaa edildiği anlaşılmıştır” ifadeleri kullanılıyor. Oysa söz konusu hastalık, raporlardan da anlaşılacağı gibi Akciğer rahatsızlığı değil, kronik Hepatit B+D hastalığıdır.

7 rapor ‘Yasin Demir sürekli hasta’ dedi, Ankara Numune ‘yok’ dedi

İlerlemiş hastalığı nedeniyle tek kişilik hücrede tutulan Yasin Demir, aldığı 7 rapora rağmen yetkililerin ilgisini çekemedi ve 2007 yılında Ankara/Sincan 2 nolu F Tipi cezaevine nakledildi. Ancak Ankara Cezaevine nakledilmesiyle Yasin Demir’in çilesi daha da büyüdü. Yasin Demir tam 7 defa farklı üniversitelerden aldığı sürekli hasta olduğuna dair raporlara rağmen Ankara Numune Hastanesinden 28 Ocak 2008’de tam tersi bir rapor verilerek adeta ölüme gönderildi. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde verilen raporda, “Yasin Demir’in

1- Cezasının infazı 5275 sayılı yazının 16/3 maddesi gereğince tehiri gerekmez.

2- Cezasının cezaevinde infazı durumunda hayati bakımdan tehlike arz etmez.

3- Cezasının tehiri gerekmez

4- T.C Anayasası 104/2-b maddesinde yazılı sürekli hastalık sakatlık ve kocama hali yoktur” denilerek daha önce verilen 7 raporun aksi yönde karar verildi. Ankara Numune Hastanesi bu kararla adeta Yasin Demir’in sağlığını görmezden gelerek onun yavaş yavaş ve acı çekerek ölmesine karar vermiş oldu. Burada iki yıldan bu yana konulduğu tek kişilik hücrede Yasin Demir ölüme terk edilmiş. Bulaşıcı hastalık taşıdığı gerekçesiyle diğer mahkûmlarla hiçbir şekilde görüştürülmeyen Yasin Demir’in tek umudu ise Allah.

Ailesi perişan ve tepkili

Uzun yıllardır eşinin adeta ölüme terkedildiğini söyleyen Yasin Demir’in eşi Semiha Demir ise “Eşim yıllardır hepatit hastalığının pençesinde. Yalnız başına bir hücrede tutuluyor. Durumu affı gerektirdiği halde şu ana kadar yetkililer buna sessiz kaldılar. Bunlardan da öte eşim Ankara’da ben ve çocuklarım İstanbul’dayız. Eşim kendi özel ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumda. Bunun için en azından sevkinin İstanbul’a çıkarılmasını istedik. Maalesef bunu da kabul etmediler. Bunun yanında sadece basın üzerinde durduğu için bırakılan bu durumda nice mahkûmlar oldu. Ancak inancının gereğini yaşayan eşime şu ana kadar reva görülenlere sessiz kalındı. Bir an evvel yetkililerin bununla ilgilenmesini talep ediyorum” dedi.

Doğruhabergazetesi.com

Webmaster           13. Ağustos 2008

YALANCININ MUMU YATSIYA KADAR YANAR / MOLLA HÜSEYİN

Hizbullah Cemaatini Ergenekon ile ilişkilendiren tüm art niyetlilere : “Sizler müfterisiniz.” Eğer söylediklerinizde doğru iseniz Şehid Rehber Hüseyin Velioğlu’nun kafirleri övücü bir tek sözünü veya onlarla beraber çekilmiş bir tane fotoğrafını veya konuşulmuş bir telefon kaydını gösterin ki inandırıcı olsun. Aksi takdirde herkes size yalancı diyecektir. Bu hususta hodri meydan diyerek şer güçlerine hizmet eden bütün medyaya ve bu doğrultuda yazı yazan tüm yazar-çizerlere seslenerek diyorum ki bir kanıt gösterin. Aksi taktirde yalancı olduğunuzu kabullenmiş olursunuz.  

İlk olarak eğer kanıtınız, kendi ağzıyla gay olduğunu itiraf eden bir Haham’ın “filan paşanın yanına gittim, Alamut Kalesi Ve Dağların Şeyhi Hasan Sabah isimli kitabı bana verdi. Kitabı okuduktan sonra Hizbullah’ın da Veli Küçük ve Teoman Koman paşa tarafından kurulduğuna kanaat getirdim.” Şeklindeki sözleriyle;  bunu, hiçbir akliselim sahibi delil olarak gösteremez. Ayrıca bir haham’dan Hizbullah’ı övmeyi bekleyemezsiniz. Gerçi basiretsiz Ergenekon savcıları hahamın sözleri doğru imiş gibi yansıtmayı ihmal etmemişler.

İkincisi: Hizbullah’tan ayrılan Ahmet isimli kişinin sözlerini kendinize delil gösterip  Şehid Rehber’in Sendika seçimine girdiği tarihlerde Yüzbaşı Temel Cingöz Batman Komando taburunda görevli olduğu ve Hüseyin Velioğlu ile görüştüğünü söylüyorsunuz. Bununla birlikte Temel Cingöz’ün “ İznimiz olmadan kimse sendika seçimini kazanamaz” dediğini de  aktarıyorsunuz. Halbuki neticede muhalifi olan PKK adayının kazandığını de söylüyorsunuz. Sizin bu mantığınıza göre dahi Hüseyin Velioğlu, Temel Cingöz tarafından desteklenmediği ve seçimi Cingöz’ün desteklediği PKK adayının kazandığı görülmektedir. Bunun gibi sizin getirdiğiniz delillerde dahi Hizbullah’a karşı grup oluşturarak çalışmalarına engel olunmuştur. Komplo ve hilelerle o zaman dahi Hizbullah’a karşı PKK’nin adayı desteklenmiştir.

Üçüncüsü: Hizbullah Cemaatini Ergenekon çetesi ile ilişkilendirmek istediğinizin bir delili de “Efendim onlarda çıkan bombalar ile Hizbullah’ta çıkan bombalar aynıdır.” Bunun da aslı astarı yok. Çünkü iddianamede sözü edilen Ağrı’da  Hizbullah Cemaatine mensup kişilerde bombalar yakalanmamıştır. Bu iddia doğru olsa bile Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde hangi köye gidilirse- korucu köyü olsun olmasın-  onlarca M.K.E’ye ait el bombası bulabilirsiniz, satın alabilirsiniz. Hele doksanlı yıllarda  çok daha rahat bir şekilde bulunurdu. Sizin bunu delil göstermeniz basitliğinizi göstermekten başka bir şey değildir. Söz konusu bölgelerde yaşayanlar çok iyi bilirler ki arama amaçlı evlere baskın yapan askerler cemaat mensuplarını tutuklamak amacıyla evlere kendi bıraktıkları silahları evde bulduk imajını vererek “ komutanım işte silah buldum” demeleri çok olmuştur.

Dördüncüsü: Size Şehid Rehber için “HÜSEYİN VELİOĞLU'nun AYDA BİR ORTADAN KAYBOLDUGUNU, BİR HAFTA SONRA DA GELDİĞİNİ, kendisinin nereye gittiği ve ne yaptığı sorulduğunda İstanbul' a İranlılarla görüşmeye gittim dediğini, Örgütte kaldığı uzun yıllar içerisinde elde etmiş olduğu tecrübelerden HÜSEYİN VELİOĞLU'nun bu kaybolmalarının söylendiği gibi İran' lılarla görüşme değil kendisini yönlendiren gizli güçlerle bir araya gelmesi olarak değerlendirdiğini, Ancak bu güçlerin kim olduğu hakkında somut bir bilgiye sahip olmadığını…” denmektedir. İddianame dikkat edilirse, bu meçhul şahsın söylediği gidiş gelişler doğru olsa bile, sadece kanaatlerini ve yorumlarını dile getirmektedir. Hiçbir somut bilgi vermemiştir. Kaldı ki Şehit Rehber Hüseyin Velioğlu, cemaat kurulduktan sonra hiçbir zaman yalnız başına kalmamış, gerek cemaatsel işleri ve gerekse güvenliği açısından beraberindeki arkadaşları tarafından yalnız bırakılmamıştır. Şu anda yaşayan pek çok kişi bunu bilmektedir. Yeri ve zamanı geldiğinde inanıyorum ki bu konuları aydınlığa kavuşturacaklardır.  

Sonuç olarak yaptığınız bu asılsız ve mesnetsiz ithamlar Şehid Rehber için değil, onun sıradan herhangi bir arkadaşı için dahi söz konusu olamaz. Bunun aksine methettiğiniz diğer oluşumların karanlık güçlerle ilişkilerini ve hatta çekilmiş fotoğraflarını gizleyemezsiniz.

Eğer zerre miktarı vicdanınız varsa gerçekleri araştırıp hakkı ve doğruyu söyleyin yada susun. Ama ağzınız yalan söylemeye alışmış da bırakamıyorsanız bilin ki “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar”.

Yüce Rabbimiz Kur’an-i Kerimde şöyle buyurmuştur. Gerçeği sürekli ters yüz eden (yalan söyleyen), günaha düşkün olan herkesin vay haline. [Casiye- 7]

Molla Hüseyin  ( huseynisevda.com)

                            Webmaster                                    06. Agustos 2008                 

►Esma ul Husna◄

 

►Huseynice Yazarlar◄

 Huseynice

Huseynice

Hoşgörü Bu mu?

 Huseynice

Tenibun

Teröristler Müslüman değil

 Huseynice

Sizden Gelenler

Merhaba kardeş

 Huseynice

Haber Yorum

Mustazaf-Der Ağrı Şubesi'nden

Zillet jı me Dure

►Huseyni SevdaYazarlar◄

Zillet Bizden Uzaktır

Hava Durumu

HUSEYNİCE || ZİLLET JI ME DURE

ŞUAN Kİ HAVA DURUMU

3 GÜNLÜK HAVA DURUMU

Kend Dilinde Hizbullah

İTHAF

Cemaatsız İslami mücadele verilemez inancıyla, bereketli ömrünü Hizbullahi Cemaat’ı oluşturma, oturtma ve geliştirmeye vakfeden, bununla da yetinmeyip Cemaat yapısının ve aziz İslam davasının korunması için kanını feda eden şehid Rehbere ithaf olunur.

Kitabı İndir

Günlük Gazeteler

Hak Söz Haber

Veda Hutbesi



Ey İnsanlar!

Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, bu seneden sonra sizinle burada belki de bir daha hiç buluşamayacağım.

İnsanlar!

Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu sehriniz (Mekke) nasıl mukaddes bir sehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.

Ashabım!

Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayasınız. Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup doğrudan işitenden daha iyi anlayarak muhafaza etmiş olur.

Ashabım!

Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin! Faizin her çesidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadiır. Lakin borcunuzun aslını vermeniz gerekir. Ne zülmediniz, ne de zülme ugrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artik yasaktir. Cahiliyeden kalma bu çirkin adetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz de Abdülmüttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

Ashabım!

Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdülmüttalib'ın torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.

İnsanlar!

Bugün şeytan, sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyetini kurmak güçünü ebedi surette kaybetmiştir. Fakat siz, bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördügünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.

İnsanlar!

Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların aile yuvasını sizin hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çignetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları te'dib edebilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru bir şekilde, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.

Ey Mü'minler!

Size iki emanet bırakıyorum ki siz onlara sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allah'ın kitabi Kur'an-ı Kerim ve Sünnetimdir.

Mü'minler!

Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz helal değildir. Meger ki gönül hoşluğu ile kendisi vermiş olsun.

Ashabım!

Kendinize de zülmetmeyiniz. Kendinizin de üzerinizde hakki vardir.

İnsanlar!

Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardir. Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden baskasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tövbelerini ne de şehadetlerini kabul eder.

İnsanlar!

Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun, diye şehadet ederiz" cevabını verdiler. Bunun üzerine Hz.Muhammed (sav):

Şahit ol Ya Rab!

Şahit ol Ya Rab!

Şahit ol Ya Rab!
dedi.

Ergenekon Dosyası İndir

İDDİANAME-1

1-400. SAYFA


İDDİANAME-2

401-800. SAYFA


İDDİANAME-3

801-1200. SAYFA


İDDİANAME-4

1201-1600. SAYFA


İDDİANAME-5

1601-2000. SAYFA


İDDİANAM6

2001-2400. SAYFA


İDDİANAME-7

2401-2455. SAYFA

 

Tasarım : Tenibun                                                                                                                                                                                     İletişim : huseynice

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol